Almanya Seçimlerinin Kazananı Merkez Sol

YAŞAR AYDIN

Federal Meclis (Bundestag) seçimlerinin iki galibi var. Birincisi Olaf Scholz; seçimi ezici bir farkla kazanmamış olsa da bu yılın mayıs ayı başında sadece yüzde 14’lük bir seçmen desteğine sahip olan partisi SPD’yi yüzde 26’ya taşımayı bildi.

Başkan adaylığının kesinleşmesinden itibaren güçlü bir seçmen desteğine sahip olan Scholz, mayıs ayı itibarı ile başbakan olarak açık ara en çok tercih edilen aday idi. Bunu gören parti yönetimi seçim kampanyasını başbakan adayı üzerine kurdu. Scholz ise kendine olan özgüveni ve deneyimi ile ve rakiplerinin aksine hata yapmayarak başarılı bir seçim kampanyası yürüttü. Kampanya boyunca konulara hâkim olduğunu gördük. Dolayısıyla sosyal demokrat SPD’nin bu yıllar sonra gelen seçim başarısında en büyük paya sahip.

Merkez Sol Güçlendi

Seçimlerin ikinci galibi ise merkez sol. SPD 2017 genel seçimlerine kıyasla oylarını yüzde 5,5 oranında artırarak yüzde 25,7 ile birinci sıraya yerleşti. Almanya Sosyal Demokrat Partisi 2002–2005 yasama dönemi sonrasında ilk kez Federal Meclis’te 735 sandalyenin 206’sını alarak en kalabalık meclis grubunu oluşturacak. Diğer merkez sol parti Yeşiller (Die Grünen/Bündnis 90) de oylarını yüzde 5 oranında artırarak yüzde 14,8’lik bir seçmen desteğine sahip oldular. Mecliste 118 milletvekili ile temsil edilecekler. Siyasal yelpazenin en solundaki Sol Parti (Die Linke) ise 2017 seçimlerine kıyasla yüzde 4,3’lük bir oy kaybı ve yüzde 4,9 oyla barajın altında kaldı. Ancak üç seçim bölgesini kazandıkları için Federal Mecliste 39 milletvekili ile yer alacaklar. Özetle merkez sol oylarını yüzde 11,1 oranında artırırken, radikal sol yüzde 4,3 oranında geriledi.

 

Merkez sol, yani SPD ve Yeşiller birlikte oylarını 2017’ye kıyasla yüzde 29,4’ten yüzde 40,5’e çıkarırken, merkez sağın toplam oyu 2017 seçimlerine kıyasla yüzde 37,5’ten yüzde 35,6’ya geriledi. 2017 seçimlerinde yüzde 32,9 ile birinci parti olmuş olan Hristiyan Birlik Partileri’nin (CDU/CSU) oyları 24,1’e geriledi. Hür Demokrat Parti ise oylarını sadece yüzde 0,8 oranında artırarak yüzde 11,5’e çıkarabildi. Merkez sağın güç kaybetmesinin bir yansıması da daha sağdaki milliyetçi popülist parti AfD’nin ikinci kez yüzde 10,3 oranında oyla meclise girecek, yani konumunu sağlamlaştırmış olması.[i] Ancak merkez sol sadece niceliksel olarak güçlenmedi.

 

Gerek SPD gerekse Yeşiller partisinin seçim programına baktığımızda bir hayli sol içeriğe sahip olduklarını görüyoruz. SPD’nin seçim vaatlerinin başında asgari ücretin saat başına 12 Euro’ya çıkarılması, emeklilik yaşının 67’de sabitlenmesi, asgari emeklilik maaşının yükseltilmesi ve yılda 400.000 yeni sosyal konut yapımı geliyor. Programda ayrıca iklim koruması mücadelesinin yoğunlaştırılarak Almanya’nın 2040 yılında iklime zararsız (karbon nötr) hale getirilmesi hedefleniyor. Dolayısıyla bu program ile SPD’nin ‘Agenda 2010’ reform programında somutlaşan neo-liberal tandanslı sosyal demokrat anlayıştan uzaklaştığını söyleyebiliriz. Partinin sola yöneliminin bir başka izdüşümü de sol kanadın bir hayli güçlenerek parti içinde etkin olmasıdır ki bunun da Sol Parti’nin oy kaybında etkili olduğu söylenebilir.

 

Benzeri bir sol yönelimi Yeşiller cephesinde de gözlemliyoruz. Yeşillerin “Almanya: Her şey dahil” başlıklı seçim programında devlet, toplum ve ekonomik yapının ekolojik yönde dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Toplumsal ve ekolojik dönüşüm cinsiyetler arası toplumsal eşitliğin sağlanması ve toplumun, göç gerçeği göz önünde bulundurularak yeniden yapılandırılmasını içerirken, güçlü bir eşitlik ve sosyal adalet vurgusunu da kapsıyor. Ekolojik dönüşümün merkezinde ise iklim dostu ve iklim nötr bir refahın sağlanması bulunmaktadır. Yeşiller, daha adil bir toplum hedefine ulaşmak için farklı cinsel, kültürel ve dini kimliklere ve yaşam tarzıyla ilgili tercihlere alan açılmasını da vaat ediyor. Örneğin cinsiyetler arası eşitliğin sağlanması için getirilen bir başka öneri de uluslararası müzakerelerde ve uluslararası misyonların personelinde yüzde 50 kadın kotası uygulanması öneriliyor. Görüldüğü gibi Yeşillerin programı da güçlü sol vurgulara ve taleplere sahip.

 

Ancak oy artışı merkez solu birlikte iktidara taşıyacak mı sorusu henüz netlik kazanmış değil. Az da olsa ikinci sıradaki Hristiyan Birlik partileri öncülüğünde bir hükümetin kurulma olasılığı da var.

 

Almanya’da Scholz ve SPD Devri mi Başlıyor?

 

Seçimi CDU/CSU partilerinin önünde bitiren SPD’nin başbakan adayı Scholz seçim akşamı Noel’e kadar (24 Aralık) hükümeti kurmak istediğini açıkladı. Ancak hükümet kurmak için SPD–Yeşiller ortaklığı (324 mv.) yeterli değil, mecliste güvenoyu için geçerli salt çoğunluğa (735 sandalyenin 368’i gerekiyor) erişmek için üçüncü bir partiye ihtiyaç var. Üçüncü ortak olarak Scholz’un tercihi ise FDP’den yana. Ancak FDP’nin tercihinin CDU/CSU ve dolayısıyla Armin Laschet olması akıllara Hıristiyan Birlik partileri öncülüğünde ve Laschet’in başbakanlığında bir hükümet (Jamaika Koalisyonu) kurulabilir mi sorusunu getiriyor. Seçim öncesi anketlerin aksine SPD sonrası koalisyon olasılıkları azalmış durumda.

 

Büyük Koalisyon: SPD öncülüğünde CDU/CSU partilerinin katılımıyla oluşacak olan bir koalisyonun mecliste 405 sandalyelik (toplam sandalye sayısı: 735) bir desteğe sahip olabilecektir (salt çoğunluk için 368 gerekiyor). Ancak bu seçmenler tarafından tercih edilmeyen bir hükümet varyasyonu. Üstelik koalisyon ortaklarına güç kaybettirdiği düşünülüyor. Olası bir büyük koalisyon, SPD’nin programını uygulama şansının daha zayıf olmasından dolayı da Scholz ve parti yönetiminin ilk tercihi değil.

 

Trafik Lambası Koalisyonu: SPD, FDP ve Yeşiller’den oluşacak bir koalisyon hükümeti mecliste 416 sandalyelik güçlü bir salt çoğunluğa sahip olacaktır. Bunun Scholz’un en fazla tercih edeceği hükümet varyasyonu olduğunu ileri sürmek yerinde olur. Çünkü FDP’nin dahil olduğu bir üçlü koalisyonda hem Yeşiller partisini – örneğin ekonomik konularda – liberallerle dengeleme imkânına, hem de liberaller üzerinden iş dünyasına sıcak mesajlar verme şansına sahip olacaktır. Bu koalisyon ortaklığı Yeşillere vaatlerini – örneğin CDU/CSU tarafından kurulacak bir hükümete kıyasla – en azami şekilde uygulayabilecekleri ortamı sunacaktır.

 

Bu satırlar yazılırken (27 Eylül sabahı) SPD merkezinde yaptığı konuşmada Scholz, Yeşiller ve FDP ile koalisyon hükümeti kurma arzusunu bir kez daha dile getirdi:

 

Vatandaşlar bir sonraki şansölyenin Olaf Scholz olmasını istiyor. Seçmenler SPD, Yeşiller ve FDP’yi güçlendirdi ve hükümeti kurma görevi verdi. Hristiyan Birliğe ise artık hükümette olmamalısın, muhalefette kalmalısın mesajını verdi.[ii]

 

Seçim öncesi tartışılan, hatta Hristiyan Birlik partileri yöneticilerinin adeta bir ‘korku senaryosu’ gibi lanse ettikleri; SPD, Yeşiller ve Sol Parti’den oluşacak olası bir ‘sol blok’ hükümeti ise mecliste salt çoğunluğa sahip değil.

 

Ancak yukarıda değindiğimiz gibi, güçlü bir olasılık olmasa da Armin Laschet (CDU) başkanlığında bir Jamaika Koalisyonun (CDU/CSU, Yeşiller, FDP) kurulması da mümkün. Bu tür bir muhafazakâr-liberal-sol üçlü koalisyon hükümeti mecliste 406 sandalyelik bir salt çoğunluğa sahip. Kaldı ki bunun Almanya’da birçok örnekleri de var. Örneğin 1969, 1976 ve 1980 seçimlerinde CDU/CSU birinci parti olmasına rağmen FDP’nin Hıristiyan Birlik partileri ile koalisyon ortaklığına yanaşmaması sonucu hükümetler ikinci parti olan SPD liderliğinde kurulmuştu.

 

Ancak an itibarı ile meclis aritmetiği en şanslı adayın Olaf Scholz, en olası hükümet varyasyonunun ise trafik lambası koalisyonu olduğuna işaret ediyor. Yine de koalisyon görüşmelerinin çok çetin geçeceğinden yola çıkmalıyız. Bu kez de kilit partinin FDP olduğu tartışma götürmez.

Sol Ağırlıklı Bir Hükümet Türkiye Politikasını Nasıl Etkiler?

Trafik ışığı koalisyonu gibi sol ağırlıklı bir hükümetten Almanya’nın Türkiye’ye dönük politikalarında kökten bir değişim beklenemez. Ancak gerilim noktalarının çoğalacağı da kuvvetle muhtemel. Sol kanadı güçlenmiş bir SPD ve Yeşillerin katılımıyla oluşacak bir koalisyon hükümetinde Türkiye ile ilişkilerde demokrasi ve insan hakları konuları daha çok gündeme gelecektir. Söylem düzleminde olsa da ikili görüşmelerde bu tür normatif konuların gündeme gelmesi – Türkiye’de hükümetin otoriter eğilimleri düşünüldüğünde – ikili ilişkilere olumsuz yansıyacaktır. İlişkilerde güvenlik meseleleri önemini koruyacak, Türkiye’nin önemsediği Gümrük Birliği ve AB ile ilişkiler konusunda kayda değer bir gelişme olmayacaktır. Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin büyük ölçüde Avrupa için hayati önem taşıyan mülteci ve güvenlik konularına odaklanacağını söyleyebiliriz.

 

Demokrasiye ve hukuk devletine dönüşü sağlayacak bir reform süreci olmadan Almanya ile ilişkilerde bir atılım olması beklenmemeli çünkü ne SPD ne de Yeşiller partisi Türkiye’deki iktidara – 2015’te olduğu gibi – can simidi oldukları eleştirisi ile karşılaşmak istemiyor. Örneğin Yeşiller 2000’li yılların başında Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemiş, sonrasında ise hayal kırıklığına uğramışlardı. 2013’teki Gezi protestolarında polisin sert müdahaleleri ve hükümetin baskıcı tutumundan dolayı hayal kırıklığı öfkeye dönüşmüştü. Dolayısıyla bugün Yeşiller içerisinde Türkiye’ye son derece eleştirel bakan çok sayıda politikacı var, hatta AB’den Türkiye’ye karşı sert bir yaklaşım talep edenlerin sayısı hiç de az değil. Artı Yeşillerin hem SPD hem de olası bir CDU/CSU başkanlığında kurulacak olan hükümette yer almaları kuvvetle muhtemel.

 

Alman kamuoyu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakının güç kaybettiğini ve en geç 2023’te bir iktidar değişikliğinin gerçekleşebileceğini düşünüyor. Dolayısıyla yeni kurulacak Alman hükümeti de 2023 seçimlerini bekleyecek, önemli kararları »post-Erdoğan« dönemine bırakacaktır.

 

Ancak bir başka basit, ama sıkça unutulan bir gerçeğin de altının çizilmesi gerekiyor: Türkiye Almanya ilişkilerinin asıl yönünü (jeo-)stratejik hedefler ve zorunluluklar belirleyecek. Türkiye’de birçok demokrat Türkiye’nin kendi iç dinamikleriyle demokratikleşemeyeceğini düşünüyor ve bu ‘zayıf dinamiklerin’ Almanya tarafından desteklenmesini ümit ediyor. Almanya’dan böylesi bir role soyunmasını, Türkiye’deki demokrasi güçlerinin ‘görevlerine talip olmasını’ beklemek gerçekçi değil. Almanya – iktidarda sol eğilimli bir hükümet olsa da – Türkiye ile ilişkisinde kendi ekonomik, toplumsal, güvenlik ve jeostratejik çıkarlarını önceleyen bir yol izleyecektir. Bu ise ikili ilişkileri daha pragmatik bir çerçeveye oturtabilir – bazı kesimlerde demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları konularında hayal kırıklığına yol açacak olsa da.

__

[i] Burada paylaşılan rakamlar iki kaynaktan alınmıştır: ZDF Heute, »Alle Ergebnisse aus Bund und Wahlkreisen«, 27.09.201 ve Der Bundeswahlleiter, »Bundestagswahl 2017: Endgültiges Ergebnis«, 34/17 nolu basın açıklaması, 12.10.2017.

[ii] ARD, » Scholz sieht Auftrag für Ampel«, 27.09.2021.

PERSPEKTİF.ONLİNE

Exit mobile version