Getting your Trinity Audio player ready... |
Kesaryani (Kayseri) ilçesi Atina’nın en küçük merkez ilçelerinden birisidir. 1924 Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan mübadele sonrasında buraya yerleştirilen insanlardan oluşmuştur. Tabi ki zamanla ilçe yeni yerleşimlerle büyümüş ve bugünkü halini almıştır.
Seksenlerde, sürgün yaşadığım yıllarda kısa bir süre yaşamış ve orada yaşayan birçok insan tanımıştım. Diyaloğa açık, bizleri anlamaya çalışan insanlardı daha çok. İyi anılarım olmuştur orada. Aradan geçen bunca yıldan sonra onları saygıyla anıyorum.
Kesaryani’de bir insan tanıdım, özellikle anlatmak istediğim. O dönem, komünist partiden ezici bir çoğunlukla seçilen ilçe belediye başkanıydı. 70’li yaşlarını sürüyordu tanıdığımda. Dost, insan canlısı biriydi. Herkese eşit davranırdı. Sık sık onu meydandaki kafede insanlarla tavla oynarken görebilirdiniz. Sanırım bu özelliği, mütevazi kişiliği nedeni ile istememesine rağmen yeniden seçilirdi ezici çoğunlukla. Sagcısı, solcusu herkes oy verirdi.
Başkanın bir özelliği daha vardı. İşgal, iç savaş sonrası, baskı ve albaylar cuntası dönemlerinde aldığı yüksek hapis cezaları nedeniyle, seçim aralarında tutuklanır, vatandaşlar yeniden seçip törenle cezaevinden alıp başkanlık makamına oturturlardı. Ülkedeki yasal mevzuat mahkumlara seçilme hakkı veriyordu o vakit.( muhtemelen dikkatlerinden kaçmıştı)
Anlatacağım, Yunanistan anti- faşist mücadelesinde önemli bir anlamı olan hikayeyi onun ağzından dinlemiştim.
Yıl 1941. Yunanistan, faşist Alman devleti işgali altındadır. Hitler rejimiyle uyum içinde olan işbirlikçi bir Yunan hükümeti vardır. Halk ekonomik yıkım ve korkunç baskı altındadır.
Başını komünistlerin çektiği ülke çapında oluşmuş bir ‘halk cephesi’ kurulmuştur. Halk yavaş yavaş bu cepheye eğilim göstermektedir. Bunlara paralel olarak halk ordusu de kurtarılmış bölgelerde kurulmaktadır. Direniş komiteleri mahallelerde örgütlenmeye başlamaktadır. (1944 yılına gelindiğinde Halk cephesi İktidarı alacak duruma geldi. Ama bunun önünde güçlü engeller vardır. Ortada ittifak devletleri Sovyetler birliği, Amerika, İngiltere arasında arasında, savaş sırasında yapılan anlaşma vardır. Bu anlaşma gereği Yunanistan İngiltere ‘etkinlik alanı’ içerisinde kalmıştır).Halk cephesi bu anlaşmaya uymak zorunda kalmıştır. Halk ordusu, direniş güçleri ağlaya ağlaya silahlarını Atina yakınlarındaki Varkiza’da teslim ederler.
Böylesi ortamda işgal güçleri kendilerine dönük saldırılardan ve yıldırma girişimlerden rahatsızdır. Bu saldırılar günden güne işgal liderliğini önlem almaya zorlamaktadır.
Nihayet bir ‘çözüm’ bulurlar; mahalle baskınlarında çoluk çocuk, genç yaşlı demeden duvar dibine topladıkları insanların karşısına kukuleta giydirilmiş hainlere ‘terörist’ teşhisi yaptırırlar.
1941 yılında yaz aylarında bir olay yaşanır. Tarihi bir yapının duvarları dibinde toplanmış insanlara ‘kukulatalı’ haine görev verilir. Ellerine bile eldiven giydirilen kukuletalı, tam 42 kişiyi ‘teşhis’ eder. Alman askerler duvar dibinde bu insanları kurşuna dizer. Araştırmalar sonrasında bu insanlardan büyük bölümü sıradan, siyasetle ilgisi olmayan insanlar olduğu anlaşılır. Hain, kişisel kini olduğu insanları da öldürtmüştür.
Bu tür olaylar ülke çapında yaygınlaşmıştır.
Bu olaydan sonra direniş güçleri komuta merkezi çözüm yolu arar. Kukuletalı hainler büyük sorundur. Halkla bağ kurmalarının önünde büyük engeldir. Sürekli gammazlanmayı -hele de bunun ucunda ölüm varsa- kim ister ki. Sonunda bir çözüm yolu bulurlar. Son çare olarak düşündükleri, pek tercih etmedikleri bir çözümdür bu.
Üst yönetimden sadece bir kişinin bildiği ve organize ettiği 3-4 kişiden oluşan bir tim kurulur. Kukuletalı hainleri ortadan kaldırmakla görevli bir tim. Davasına ve ülkesine bağlı, güçlü karakterli insanlardan oluşur bir ekip. Olası işbirlikçi hükümete yada Almanlara yakalandıklarında yanlarında, gerektiğinde kendilerini öldürmek için kullanacakları çok etkili zehir olan siyanür taşırlar.
Hainleri tespit için söyle bir yöntem kullanılır. Her olay sonrası, bölgedeki parti örgütlerinden, halk cephesi görevlilerinden, işgale ve işbirlikçi yönetime karşı olan insanlardan kukuletalının kim olabileceği konusunda bilgi toplanır.
Bu araştırma yapılırken suçlunun ailesi, çocukları asla hedef alınmaz. Toplum içinde rencide edilmez.
Hedefteki hainin günlük ilişkileri, rutin davranışları, gidip geldiği güzergahlar tespit edilir. Edinilen bilgiler birçok defa gözden geçirilir ve bilgi üst birimlere gönderilir.
Kararı uygulatmaya yetkili kişi, gelen net bilgiyi uygulanmak içi karar verir. Olay gerçekleştiğinde suçuna ilişkin bir yazı bırakılır.
Böylelikle çok uzun olmayan bir sürede bu sorunu büyük oranda çözerler.
Anlattığımız olayların yaşandığı yılların üzerinden tam kırk yıl geçmiş. Seksenli yıllara gelinmiştir. Bu ve buna benzer olaylar, özel olarak bilenler dışında kamuoyunca, hatta tarihçiler tarafından bile tam anlamıyla bilinmez.
Parti karar alır. Bu olayı ve buna benzer, baskı dönemlerinde özel olarak uygulamaya konulmuş organizasyonları ve çeşitli etkinlikleri bir basın toplantısıyla açıklar.
Bunlar içinde Kukuletalılar olayının dışında, her şeyin kontrol altına alındığı sanılan adalar, cezaevleri arasında siyasi mahkumların, özellikle partinin şifreli haberleşmesinin nasıl yapıldığına dair açıklamalar, hala bir yerlerde saklı belgeler de vardır. Hatta bunlar içinde tek bir ağacın bile bulunmadığı adalarda radyo aracıyla nasıl şifreli haberleş ildiğini anlatan açıklamalar var. Mahkumların yaşadığı koğuşlarda duvara oyulmuş gizli bir bölmede radyo vericisi bile basına gösterilir.
Sanırım burada anlatılmak istenen olgu, koşullar ne kadar kötü olursa olsun, insanlar için her zaman ümit vardır.
Geçtiğimiz günlerde ölen ünlü müzik insanı, yazar, sanatçı Mikis Teodorakis de tüm bu süreçleri yaşamış birisidir.
Bir gün ‘Türkiye halkı ve demokrasi güçleriyle’ dayanışma çerçevesinde konuşmacı olarak bir mitinge katılmıştım Yanena kentinde. Burada beni karşılayan, ağırlayan dostun babasıyla tanıştırıldım.
Akşam onuruma verilen bir yemekte baba bana bir açıklama yapmıştı. Dedi ki; Merak ettiğin o kukulatalıları yok eden ekipte ben de vardım. Onlarca eylem gerçekleştirdik. Bunu duyunca gazetecilik damarım depreşmiş ve ona biribiriyle bağlantılı iki soru yöneltmiştim; içinizde hiç pişmanlık var mı, tüm bu olaylar olurken, insanlar içinde yanlış araştırma sonucu öldürülen var mı? Baba bu soruya düşünmeden net bir cevap vermişti; En küçük bir vicdan azabı duymadım. Öyle bir araştırma yapılırdı ki somut kanıtlar ortaya çıkarılmadan asla uygulama kararı verilmezdi. Şimdi bu yaşımda aynı ortam olsa, ülkem bana ihtiyaç duysa yine tereddütsüz yaparım. Aklıma hemen Atatürk’ün şu sözü geldi; söz konusu vatansa, gerisi teferruat.
Tüm bunlar yaşanmış tarihe mal olmuş gerçekler. Aradan 70-80 yıl geçmiş, bilimde, kültürde köklü değişiklikler yaşanmış. Emperyalizm şimdi işgallerin yerine, yeni yeni bilişim yöntemleri, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel kontrol mekanizmaları üzerinden yapmaktadır.
Şimdi demokratik güçlerin, yurtseverlerin işleri çok daha zor. O dönemlerde düşman belirgin ve karşıdaydı. Şimdi çok daha karmaşık ilişkiler ağı söz konusu.
Torun Ahmet Türkmen