Getting your Trinity Audio player ready... |
Binlerce nedenimiz var birlikte yaşamaya. İçimizdeki kini ve her günkü ümitsizliği silmek için barış ile hoşgörü denizine hep beraber kulaç atarak başlamak gerekir yeni bir güne.
Her sabah güneşi gördüğümüzde tebessüm edebiliyoruz. Ardından başlıyoruz hayat duvarımızı örmeye.
Hammaddesi sevgi olan harcımızın içine biraz umut, biraz da gözyaşı katıyoruz. İyice karıştırıyoruz zaman havuzunda. Ustası olabiliyorsak duvarımızın, kazanıyoruz. Başkasına bırakmışsak bizim yapmamız gerekenleri, işte o zaman boyun eğiyor, razı oluyoruz.
Gülümseyebiliyorsak her şeye, ne mutlu bize… Her türlü olumsuzluğa sünger çekip atabiliyorsak hayatımızdan; sevebiliyorsak tüm insanları, yaşlı, genç, kadın, erkek demeden “insan” olduğu için, ne mutlu bize…
Elinde beyaz bastonuyla yerleri yoklayarak yürümeye çalışan, gözleri görmese de kalpleri gören insanların koluna girip karşıdan karşıya geçirebiliyorsak eğer, işte o zaman “yaşıyor” ve “yaşatıyoruz” demektir.
Sevdiği insanı gece gündüz düşünüp aşkından harap olan insanların omzundan tutup “bak dostum…” diye başlayan cümlelerle umut verebiliyorsak, insanları anlıyoruz yani onlarla birlikte yaşıyoruz demektir.
Dostlarımızla ortak bir paydada çözebiliyorsak hayata dair problemlerimizi, kırabiliyorsak karamsarlık çemberini ve ıslanabiliyorsak sevgi, yağmurlarında birlikte, çözüm olabiliyoruz demektir en karmaşık sorunlara.
Bir balıkçı kasabasının stresli koridorlarından bir kapı açıp sık sık doğaya koşuyoruz. Doğa merhemdir deyip sürüyoruz yaramıza. Ağaçları, kuşları, kelebekleri ve masmavi denizi, yani saf ve doğal olan her şeyi çare kabul ediyoruz. Bazen de doğayı yanımıza alıyoruz. Kuşları ve balıkları “suni yuvalarda” hapsederek gözlerimizi, kulaklarımızı ve beynimizi doğa ile temizleyebiliyoruz. Doğa ile iç içe olduğumuzu düşünerek daha az sıkıntı çekiyor ve “oh be dünya varmış” diyebiliyoruz.
Hastane koğuşlarında, perde arasından süzülen sevgi hüzmesinden kalbine düşen payı almayı bekleyen hastayı ziyaret ediyor ve tesellilerimizle ortak olabiliyorsak derdine, işte o zaman gecenin zifiri karanlığında yalnızlığından çıldırmak üzere olan insanlara ümitlerimizle destek olabiliyoruz demektir.
Evimizin, işyerimizin ve okulumuzun en güzel yerlerinde bizimle birlikte yaşayan ve bize nefes olan çiçeklerle sohbet edebiliyoruz. İnsan dışındaki canlılarla birlikte yaşadığımızın farkına varıyor ve sevgiyi yeni bir boyutta tanımlıyoruz.
Yaz mevsiminin kavurucu sıcağından bunaldığımızda ağzımızı çeşmeye dayıyor ve ab-ı hayatla söndürebiliyoruz içimizdeki ateşi. Küçük bir ağacın gölgesinde serinlerken yaşadığımızın farkına varabiliyoruz. Her gün gördüğümüz sıradan şeylerin bile aslında hayatımızda ne büyük öneme sahip olduğunu anlıyoruz.
Eli yüzü boya içinde kalmış, boyu kadar büyük boya sandığını sırtlayarak yaz kış demeden ayakkabı boyayan çocuklara ayakkabı boyatırken gözlerinin parıldadığını görüyor ve coşkuyla bir şarkı mırıldandıklarına şahit olabiliyoruz. Çıkarıp para uzattığımızda parayı alarak kazanmanın haklı gururuyla cebine koyduğunda duygulanabiliyoruz.
Tekerlekli sandalyesiyle umutlu yarınlara doğru giden insanların yüzlerindeki tebessüme ortak olabiliyor ve bütün gücümüzle “ümitler her zaman vardır!” diye haykıra biliyoruz.
Gece olup karanlık çöktüğünde tüm benliğimizi saran karamsarlık tablosundan sıyrılmak için gökyüzüne baktığımızda bizlere göz kırpan yıldızlarla selamlaşabiliyoruz. Karanlığı yırtarak yeryüzüne akseden bu, kalbimizin en ücra köşesindeki ışık ümitlerimizi bile şaha kaldırıyor. Derin bir iç çekerek vücudumuzda biriken tüm enerjiyle bağırmak istiyoruz karanlığa “yaşıyorum!” diye.
Binlerce nedenimiz var artık birlikte yaşamaya; öyleyse anlamsız kin ve nefret niye… Pis kokulardan, zehirli varillerden kendimizi arındırarak bir ömür sevginin peşinde koşmak, onu yakalayıp yaşatmak için, içinde yaşadığımız bu dünyanın ufacık bir parçası olduğumuzu düşünmek ve bununla mutlu olmak, insan olmak için bize yetmiyor mu?
Binlerce nedenimiz var artık birlikte yaşamaya; öyleyse anlamsız kavgalar niye…