Getting your Trinity Audio player ready...
|
Önceki gün, biz barışçılar, tutukluluğumuzun 39. yılında Büyükada’da bir yemek masası çevresinde buluştuk.
Toplantı duyurusunda belirtildiği gibi, sadece barışçılar değil, barışçılar ve dostları.
Avukatlarımızdan Turgut Kazan oradaydı. (Davanın aşamalarında sanırım sanık da olmuştu.)
Erdem Gül bizi yalnız bırakmayacaktı kuşkusuz.
Gazetemizden Aykut Küçükkaya, Miyase İlknur, derken ilk kadehlerle birlikte İsmail Saymaz, başkaca dostlar, arkadaşlar…
Toplantı sevgili Ali Sirmen’in gönülden çağrısıyla gerçekleşti. Genel sekreterimiz her zamanki gibi Enis Coşkun’du.İstanbul’dan Niyazi Dalyancı, Şefik Asan ordaydılar.
Gencay Şaylan Bodrum’dan; Kemal Anadol, Mustafa Gazalcı, değerli eşi hanımefendiyle birlikte Ergun Elgin İzmir’den geldiler. Ben de İzmir üzerinden gelenlerdendim.
Buluşmamızın en başlarında, Şefik Asan söz alarak bugün hayatta olmayan arkadaşlarınızın adlarını tek tek okudu ve kadehlerimizi o unutulmaz adların anısına, onuruna kaldırdık: Mahmut Dikerdem, Reha İsvan, Orhan Apaydın, İsmail Hakkı Öztorun, Melih Tümer, Metin Özek, Ali Taygun, Nedim Tarhan, Tarık Akan…
Başta Gülçin Çaylıgil, Burhan Apaydın, bugün hayatta olmayan sevgili avukatlarımız…
Unutulmayan, unutulmayacak isimler…
Barış ideali var oldukça, yaşayacak isimler…
Yemek öncesinde, yemekte ve sonrasındaki anılar paylaşımında, bizi mahkûm eden heyetlerin içindeki kişilerin adları da şöyle bir geçti…
Hangisi hayatta, hangisi değil, bilmiyoruz. Bilip bilmememizin bir anlamı da yok…
Hayatta olmayanlar belki yakınlarının da zihinlerinden ve yüreklerinden silinmişlerdir…
Çünkü ben, çok samimi olarak, bir faşistin, iyilikle anımsanacak bir baba, bir eş, bir kardeş olacağından da kuşkuluyum…
Ben de bir anımı anlattım bu 39. yıl buluşmamızda…
Hapishane giysilerimizin üzerimize geçirildiği gündü.
Spor salonu gibi bir yerde savunmalarımız tam da Nedim Tarhan’ın savunmasıyla başlıyordu.
Yakışıklı, levent, endamlı Nedim, kol ve bacak boyları kısa ve dar kalan, rengi atmış o paçavralar içinde savunmasına başladığında kürsüdeki zevat uyku sersemliğini henüz atamamış, yine de heybetli görünmeye çalışarak savunmayı dinlemektelerdi…
Nedim’in konuştukça o paçavraların içinde büyüyüp yücelmesi, kürsüdekilerin ise giderek ufalıp kürsünün altına doğru alçalmaya başladıkları şu andaymışçasına gözlerimin önündedir.
Orada, o anda karaladığım dört dizeyi, sevgili koğuş arkadaşım, sonra da sürgün yoldaşımın eline tutuşturdum. Şöyleydi:
Bir arkadaşımı dinledim yurdunu savunurken
İnanç ve güç doluydu, şaşkın yüzler sarkmıştı§ kürsüden
Bizler yarının insanlarıyız diye düşündüm
Onlar ise ölüdür şimdiden
Bu yazı, kırkıncı yılda yine buluşmak üzere, hayatta olan ve olmayan barışçılar ve bugün cezaevlerindeki özgür yürekler için yazıldı.
Günümüzün “şimdiden ölü” kişileri ve çevreleri ders çıkarırlar mı, bilemem!