Getting your Trinity Audio player ready... |
Süleyman Çelik
(scelik44@gmail.com)
Milli Mücadele, okullarımızda Büyük Kurtarıcı’nın 3 yıl kadar süren, engelsiz, engebesiz, dümdüz bir Anadolu yolculuğu gibi anlatılır: “Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. 22 Haziran’da Amasya’da bir genelge yayımladı; 23 Temmuz’da Erzurum’da ve 4 Eylül’de Sivas’ta kongreler yaptıktan sonra Ankara’ya gitti. 23 Nisan 1920’de TBMM’ni topladı. İnönü ve Sakarya muharebelerinden sonra, 26 Ağustos 1922’de Kocatepe’den başlatılan Büyük Taarruz ile 9 Eylül’de düşmanı İzmir’de denize döküp vatanı kurtardı!..”
Oysa gerçek bunun tersiydi. Türk ulusunun kaderinin belirlendiği, bu kutlu yolculuğun geçtiği yollar, duvarlar, dikenli teller, mayınlar, tuzaklar, hain pusular/ ihanetler ve daha akla gelebilecek, hatta gelemeyecek her türlü engellerle dolu; Atatürk dışındaki herkes tarafından geçilmesi olanaksız görülen çok çetin bir yoldu…
***
En büyük tuzaklar, geçen hafta 102.yıl dönümünü kutladığımız Sivas Kongresi’nde kurulmuştu. Ancak yayımlanan kutlama iletilerinde, bu tuzaklardan söz eden olmadı. Genelde herkes kongreyi, “dikensiz gül bahçesi” gibi tanımlıyor, manda önerilerinin kabul edilmeyip, “Ya İstiklal Ya Ölüm” kararı alındığını, bildiriyor ve alkışlıyordu. Atatürk’ün Milli Mücadele’yi ulusa mal etmek amacıyla düzenlediği ve kutsal yolculuğun önemli bir aşamasını oluşturan bu kongreyi biz de kutlarken, kurulan tuzaklardan biraz söz edelim…
En başta Milli Mücadele’ye karşı olan İstanbul Hükümeti, valiliklere genelge göndererek, “Kongre için delege seçimleri yapılmasına izin vermemelerini ve seçilmiş olanlar varsa, onların da Sivas’a gitmesinin engellenmesini” istedi. Ayrıca Sivas Valisi’ne “Kongrenin toplanmasına izin vermemesini” emretti. Sivas’ta bulunan Fransız kontrol birliğinin komutanı da valiye, “kongrenin toplanması halinde kentin işgal edileceğini” bildirdi. Erzurum’da bulunan Atatürk ile görüşen Vali Reşid Paşa, bu gelişmeleri aktararak kongreden vazgeçilmesini istedi. Ancak O, “bundan vazgeçilmeyeceğini, kendisinin de böylesi blöflerden korkmaması gerektiğini” söyledi. Bunun üzerine vatansever bir kişi olan vali, tehditlere aldırmadı…
Beklenen bu engellerin yanında, Atatürk’e en büyük tuzak yakın arkadaşları tarafından kuruldu…
***
Bilindiği gibi, Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, tahtını korumaktan başka bir şey düşünmeyen Halife Sultan Vahdettin, İngiltere’ye teslim olmuş ve İngiliz mandası (güdümü) altında kukla bir padişah olmaya razı olarak, ülkeyi de İngiltere’ye teslim etmek istemiştir.
Başını, Amerikan misyoner okulu Robert Kolej mezunu Halide Edip’in çektiği bir kesim ise Amerikan mandası istiyordu. Bu kesim, “Almanya ve Avusturya ile birlikte iken bile yenildiğimiz, dünyanın en güçlü devletlerine karşı tek başımıza bağımsızlığımızı kazanmanın olası olmadığını” öne sürerek, “bir güçlü devlete sığınmaktan başka çare olmadığını” savunuyor; “İngilizlerin zalim, buna karşılık Amerikalıların daha insaflı olduğunu” bildirerek Amerikan mandası istiyordu…
Vatanı düşmana teslim etmekten çekinmeyen İngiliz Mandacılarının tersine Amerikan Mandacılarının, “başka kurtuluş yolu görmeyen vatanseverler” oldukları kabul edilir. Gerçekten, boyunlarında Padişah’ın idam fermanı olduğu halde Ulusal Kurtuluş Savaşımızda büyük hizmetler yapmış paşalar da başlangıçta Amerikan mandacısı idi. Bir tek “Ya İstiklal Ya Ölüm” diyen Atatürk, tam bağımsızlıktan yanaydı ve bunun başarılacağına yalnız O inanıyordu…
***
Amerikan mandacıları Sivas’a çok hazırlıklı geldiler. Halide Edip, gözlemci olarak Sivas’a bir Amerikalı gazeteci ve Atatürk’e de “Amerikan mandasının faziletlerini anlatan” sayfalar dolusu bir mektup göndermişti. Chicago Daily News’in muhabiri olan Louis E. Browne, aslında bir istihbarat subayı idi ve Halide Edip gibi o da Wilson Cemiyeti üyesi idi…
Erzurum Kongresi bittikten sonra bir süre daha kalarak, Sivas Kongresinin hazırlıklarını oradan izleyen Atatürk’ten daha önce Sivas’a gelmiş olan, Rauf Bey, Refet Bele, İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami Bey (Kunduk) ve İsmail Hami Bey (Danişmend)’in de aralarında bulunduğu mandacılar, kendi aralarında toplanarak Atatürk’ü Kongre Başkanı yapmama kararı aldılar…
***
Yol giderlerini karşılayacak paraları olmayan Atatürk ve arkadaşları, Emekli Binbaşı Süleyman Bey’den 900 lira borç alıp gereksinimlerini karşılandıktan sonra, 29 Ağustos 1919 günü Sivas’a gitmek üzere Erzurum’dan ayrıldılar.
Erzincan’da önlerine çıkan jandarma, “Dersimli eşkıyaların tutmuş olduğu Kemah Boğazı’nı açmak üzere bir müfrezenin görevlendirildiğini, yol güvenli duruma gelene kadar kendilerini Erzincan’da konuk edeceklerini” bildirdi. Jandarmaya, “bekleyecek zamanları olmadığını” söyleyen Atatürk, arkadaşlarına dönerek, “gerekirse vuruşarak gideceğiz” dedi ve sözlerini sürdürdü. “Bu esnada içimizden vurulup düşecekler olursa, her kim olursa olsun bunları kurtarmak için zaman kaybedilmeyecek ve kalanlar yola devam edecektir” talimatını verdikten sonra konvoyun başına geçerek hareket etti. Neyse ki Kemah Boğazı ve başka bir yerde, hiçbir tehlike ile karşılaşılmaksızın, 2 Eylül akşamı Sivas’a varıldı.
Atatürk, kongrenin yapılacağı binaya girerken karşılaştığı Rauf Bey, “arkadaşlar karar aldı, seni değil İsmail Fazıl Paşa’yı başkan yapacaklar” dedi. Aslında Sivas’a girerken böyle bir karar alındığı kendisine bildirilmiş, ancak en yakın arkadaşlarından böyle bir davranış beklemeyen Atatürk buna inanmamış, hatta haberi getiren kişiyi terslemişti. Şimdi gerçek olduğunu öğrenince sinirlendi ve Rauf Bey’e, “bunu sen düzenledin, değil mi?” dedikten sonra kendisini tutarak başka bir söz etmeksizin odasına çıktı…
İsmail Fazıl Paşa, Atatürk’ün Harp Okulu’ndan beri en yakın arkadaşı olan Ali Fuat Paşa’nın babasıydı. Öğrenci iken Atatürk, birçok hafta sonunu arkadaşının evinde geçirmiş; bilgisi, konuşması ve davranışları ile İsmail Fazıl Paşa’nın takdir ve sevgisini kazanmıştı. Doğal olarak, kendisi de İsmail Fazıl Paşa’ya büyük saygı duyardı. Mandacılar bunu bildikleri için, Atatürk’ü açmaza sokmuşlardı. Ancak Atatürk’ü tanımadıkları halde yaptıklarını bilen delegeler, şimdi karizmatik kişiliği ile karşılarına çıkınca tercihlerini ondan yana kullandılar. Gidişi gören mandacılar, bu kez “başkanlığın dönüşümlü olarak yapılmasını” önerdiler. Ancak öneri kabul edilmedi ve büyük bir çoğunlukla Atatürk Kongre Başkanı seçildi.
***
Başkanını seçip çalışmalara başlayan Kongre, bu kez Ali Galip tehdidiyle karşılaştı. Elazığ Valisi olan Ali Galip, daha önce Amasya’dan Erzurum’a gitmek üzere Sivas’tan geçerken Atatürk’ü tutuklatma girişiminde bulunmuş, ancak başarılı olamamıştı. Reşid Paşa’ya sözünü dinletemeyerek Kongre’nin toplanmasını engelleyemeyen İstanbul Hükümeti, bu kez Ali Galip’i Sivas Valiliği ve Kolordu Komutanlığına atayarak kendisinden, “Kongre’yi dağıtıp Atatürk’ü tutuklayarak İstanbul’a göndermesini” istedi. Bu gelişmeyi öğrenen Atatürk, Malatya’ya kadar gelmiş bulunan Ali Galip ve topladığı askerlerin üzerine, çevredeki askeri birlikleri göndererek dağıttı; Ali Galip Halep’e kaçarak canını kurtardı…
***
Bu olay sonlandırıldıktan sonra Kongre çalışmaları hızlandırıldı. 8-9 Eylül günleri manda tartışmaları ile geçti. Tartışmalarda hazırlıklı gelen mandacılar ağır basıyor; özellikle İsmail Fazıl Paşa, Refet Paşa, Bekir Sami ve İsmail Hami beylerin konuşmaları etkili oluyordu. Kongre delegelerinin çoğunluğunun manda lehine döndüğü sırada, manda düşüncesine karşı en sert tepkiyi, kongreye Tıbbiye delegesi olarak toplantıya üniforması ile katılmış 18 yaşındaki bir askeri Tıbbiye öğrencisi olan Hikmet (Boran) gösterdi.
Genç Askeri Tıbbiyeli, Atatürk’e seslenerek, “Paşam delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler, beni buraya bağımsızlığımızı nasıl kazanacağımızı tartışmak üzere gönderdi. Mandayı kabul edemeyiz. Kabul edecek olanları şiddetle kınarız. Örneğin, manda fikrini siz kabul ederseniz size de karşı çıkar, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve kınarız”. Hikmet Bey’in yürekten kopan bu sözleri karşısında toplantıda hazır bulunanların gözleri yaşardı. Atatürk de çok duygulanarak, heyecanlı bir sesle, “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” dedi ve sonra Hikmet’e dönerek; “Evlat müsterih ol, Gençlikle gurur duyuyor ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez ‘Ya İstiklal Ya Ölüm” dedi…
Genç Askeri Tıbbiyelinin heyecanlı konuşması mandacı paşaların etkisini gidermiş ve Kongre’nin havasını değiştirmişti. Orta yolu bulmak isteyen Rauf Bey’in, “ABD Senatosu’na bir mektup yazarak heyet isteyelim, gelişmeleri yerinde incelesinler” önerisi üzerine, manda tartışmaları sona erdi. Bu olmayacak duaya amin demekti. Böyle bir mektup yazılmadığı gibi, Kongrede alınan “İç ve dış bağımsızlığımız saklı kalmak kaydıyla dost devletlerin her türlü maddi desteğine açığız” kararıyla manda reddedilmiş, ulusal bağımsızlık benimsenmiş oldu…
Bu şekilde Sivas’taki engeller de geçildi ve kutlu yolculuğa devam edildi. Genç Askeri Tıbbiyeli’nin 9 Eylül 1919’da yapmış olduğu heyecanlı konuşmadan 3 yıl sonra, 9 Eylül 1922’de düşmanların denize dökülerek bağımsızlık rüyasının gerçekleştiği İzmir’e, 4 Eylül 2021’de Tıbbiyeli Hikmet’in heykeli dikildi…
İzmir’e çok yakışan bu heykelin yapılmasını sağlayan İzmir Askeri Tıbbiyeliler Derneği ile Büyükşehir Belediye Başkanına teşekkür eder, Genç Askeri Tıbbiyelinin rüyasını gerçekleştiren tüm kahramanlarımızı saygı ve minnetle anar ve Güzel İzmir’imizin kurtuluşunu kutlarım…