Getting your Trinity Audio player ready... |
Duha Sena OSKAY
Son dönemde Afganistan’dan çok sayıda insanın göç ederek Türkiye’ye gelmesi, ülke gündemini sığınmacı tartışmalarına yönlendirdi. Alevlenen tartışmalar ülke insanını ikiye böldü. Bir taraf göçmenlerin gelmesinin ülkemiz için büyük bir güvenlik sorununa neden olacağını düşünürken, diğer taraf Arap kardeşliğini savunuyor ve göçmenlere karşı yapılan bu isteksizliği ırkçılık olarak değerlendiriyor. Böyle bir ortamda kavramların anlamını bulması ve uluslararası hukukta taraf olduğumuz sözleşmelerin hükümlerine bakmanın doğru olacağını düşünüyorum.
Öncelikle sığınmacı ve mülteci arasındaki farka bakalım.
Sığınmacı ve mülteci kavramlarının birbiriyle karıştırılmaması gerekiyor; çünkü hukuki farklılıkları var. Mülteciler uluslararası hukuk tarafından tanımlanır ve korunur. Geldikleri ülkede barınma, sığınma ve hayati güvenliklerin olmadığı veya tehlikede olduğu kişiler ‘uluslararası koruma’ talebinde bulunurlar.
Mültecileri korumak ve uluslararası hareketleri düzenlemek amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği(BMMYK)’nin 1951 Sözleşmesinin hükümleri, mültecilerin korunması ve muamelesiyle ilgili alınan önlemlerin değerlendirilmesinde başvurulan temel, uluslararası standart olmaya devam etmektedir. Sözleşmenin en önemli hükmü, 33. Maddedeki iade etmeme ilkesidir. Sığınmaya muhtaç ve uluslararası korunma talebi onaylanan kişilerin zorla ülkelerine geri gönderilmemesi bu hukuki düzenin temelini oluşturur. Bu korumanın sağlanmasından öncelikli olarak da devletler sorumludur.
Peki Türkiye uluslararası anlaşmalara göre; hangi ülkelerden mülteci kabul ediyor?
Söyleyelim.
Türkiye, 1951 tarihli Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ne 1961 tarihinde taraf olmuştur. Ayrıca sözleşmenin kapsamını genişleten 1967 tarihli New York Protokolü’ne de 1968 yılında katılmıştır. Türkiye bu sözleşmeye taraf olurken coğrafi sınırlama şerhi koymuştur. Bu sınırlamayı 1960lı yıllarda neden koyduğunu, bugünün şartlarında tekrar düşünelim.
Türkiye bu sınırlamayı günümüze kadar muhafaza etmiştir ve coğrafi sınırlama ile taraf olan tek Avrupa Konseyi ülkesidir. Özetle bu sınırlama Avrupa Konseyi üye ülkeleri dışından gelip Türkiye’ye sığınanlara mülteci statüsü tanımayacağı anlamına gelmektedir.
Şimdi, ülkemizdeki göçmenlere bakığımızda; Suriyeliler ‘geçici koruma statüsü’ altındadır. Mülteci sıfatı onaylanmamıştır. İnsani duygularla düşündüğümüzde; zaten mülteci sıfatından çok ülke vatandaşı gibi bir çok haktan faydalanabilen Suriyeliler, süper güç ülkelerin savaş oyunun mağdurları olmuş, kendi ülkelerinde büyük, küçük, çocuk demeden katledilmiş ve aileleri ile birlikte can pazarından kaçmışlardır. Bu sebeple geçici koruma statüsünde bulunmaları şartlar açısından kabul edilebilir. Yakın zamanda Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’n kendi halkına ülkelerine dönme çağrısında bulunması da bu geçici koruma statüsünün vermiş olduğu maddi ve manevi ağırlığın sona erdiğinin göstergesidir.
Suriyelileri şartlar dolayısıyla anladık diyelim. Peki bu savaşçı, radikal İslamcı, kafa kesen , kelle uçuran , hapishane kaçkını, at hırsızı görünümlü, kadınsız, çocuksuz, ailesiz, başı boş, korkarak değil koşarak hatta korkutarak gelen, organize bir oyunun parçası olduğunu aleni ilan eden Afganlılar kim?
Ne kadar ırkçı bir yaklaşım değil mi?!
Sığınmacı tehlikesinin aslında oyuncuları belli olan organize bir oyun olduğunu anlatırken veya rahatsızlığımızı dile getirirken ‘ırkçı değilim ama .. ‘ cümleleri ile açıklamak zorunda kalıyoruz. Irkçılık kavramının ne olduğunu kısa bir araştırma ile öğrenirsek bu serzenişin ırklıkla alakası olmadığını pek ala öğrenebiliriz. Zaten yukarıda bahsettiğim sözleşme hükümlerini de okuduğumuzda taraf olduğumuz uluslararası hukuk sözleşmelerin şartlarını rahatlıkla anlayacağımızı ve bu açıdan da ırkçı olmadığını kanıtlamanın yersiz olduğunu düşünüyorum. İçiniz rahat olsun. Ülkemizin geleceği hakkında çok önemli olan bu konuyu ırkçılık yaftalaması almamak uğruna susarak geçiştiremeyiz.
Türkiye Göçmenlere Avrupa Kapılarını açmıştı!
Hatırlarsanız, geçtiğimiz yıl Mart ayında idlib’den gelen şehit haberlerinin ardından Türkiye, Suriye’den gelecek göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellememeye karar vermişti. Yunanistan’ın sınır kapısını açması için umutla bekleyen göçmenler, soğuk hava ve açlıkla mücadele etmiş, Yunan polisinin aldığı sert müdahalelerle karşılaşmıştı.
Türkiye, İdlib’den gelen yaklaşık 2 milyon yeni bir göç dalgasının kaldıramayacağını belirtmiş, göçmenlere kapılarını kapalı tutan Avrupa ülkelerini ve uluslararası toplumu uyarmıştı.
Türkiye’nin göçmenlere Avrupa sınır kapılarını açmasında , şehit haberlerinin verdiği acının etkisi olduğu aşikardı. Ancak ne yazık ki o dönem AB ile yapılan göçmen mutabakatına uyulmaması, yani taahhüt edilen 6 milyar avronun Türkiye’ye aktarılmaması da nedenler arasında olduğu biliniyordu.
Sonuç olarak, daha öncede yapıldığı gibi finans kaygısı yerine manevi değerlerimizi üstün tutarak bu tarz politikalar ile göçmen sorunun çözümüne yönelik adımlar atılmalıdır. Yakın geçmişte bu adımların geri dönüşü yeterince görüldü. Biz ülke olarak kimsenin kapı bekçisi değiliz ve asla olamayız. Ulus-devlet kavramının var olduğu bir dönemdeyiz. Bu kavrama ters düşen küreselleşmenin önemini savunan batı dünyası, Ortadoğu ülke vatandaşlarına da kucak açmalıdır.
Suriyelilerin ülkemize geldiği ilk yıldan bu zamana kadar bize katkıları ne oldu? Ekonomi alanında katkıları(!) haricinde. Bütün içtenliğimizle düşünelim. Kazanan belki sadece Suriyeliler değildi ama kaybeden ülkemiz oldu.
Afganlılar ise bu işin farklı versiyonu. Sakinliğimizi korumakta zorlandığımız haberler, görüntülerle karşılaşıyoruz. Provokasyon etkilerinin olduğunu da eklersek, iç savaş ihtimalinin hedeflendiğini söyleyebiliriz. Zor olan şey sakinliğimizi korumak sonuna kadar sabırla yapılması gerekeni beklemeyiz. Milletimizin de yaşadığı sıkıntılı dönemde bir sabrı olduğunu biliyorum . Ancak kötü senaryoları yaşamamak adına iç savaş oyununa düşmememiz gerekiyor.
Türkiye için yeni hedefi demografik kaos olan ABD ‘nin Afganistan projesini bozmak için ve Türkiye’nin sığınmacıların kampı olmaması için yapabileceği iki seçenek var;
Geçici koruma altında olan şartlı mültecileri , ülkelerine geri göndermek veya daha önce yapıldığı gibi hedefi Avrupa ülkelerine gitmek olan göçmenlere gitmek istediği yolların kapısını açmak…
ÖNCEVATAN