Aysel KILIÇ / 1938`de Dersim` de küçük bir kızın kuzusu ve de Rosa`nın mandası

Getting your Trinity Audio player ready...

Aysel KILIÇ

Tam döneceğim gece, annemle olan sohbetimizi düşündükce yüreğim acıyordu. Rosa Lüxemburg`un yoldaşı Sonja Liebknect`e yazdığı mektubu yeniden okuyunca annemin anısının acısına bir yoldaş buldum, bu benim de yüreğimi hafiletti biraz . Bazan biriken acılar bir yol yaratıyor kendine ve akıveriyor insanın yüreğinden. Ateşi bir diğerinin yüreğini de yakarak.

Annem sapsarı saçları olduğunu anlattı. o kadar sarı ki beyaza yakın bir sarıymış annemin saçları ve bir çok örükmüş..ta ki hayvanlarından bulaşmış olan kist hidatik için Dersim`den önce Trabzon`a, oradan vapurla İstanbul`a ameliyat olmaya gidene dek. Orada bir hastahaneye yatmış ve ameliyat olmuş, Zazaca`dan başka bir dil bilmediği içinde tuvalet ihtiyacı için hemşireyi çağırmaya utanmış, yataktan inerken düşmüş, ameliyat yeri açılmış, tekrar ameliyat edilince de tam dört aya ulaşmış kaldığı süre.

Hastahanede bakılması zor diye anneannemin ördüğü örükleri dibinden kesmişler. Sonra saçı eski sarılığını kaybetmiş. Şimdi boyanın altına saklamasa apak olan çok güzel saçları var. Saçlarının kesilmesine çok üzülmemiş, asıl üzüldüğü yeni yeni Türkçe öğrenmeye başladığında yaptığı bir şaka yüzünden hemşirenin kulağını çok acıtarak çekmesiymiş. Çok üzüldüğünü yüzü ve dudaklarının kıvrımları da doğruladı. Anneciğimi kulağı çekilen küçük bir kız çocuğu olarak düşününce kulağım değil ama yüreğim sızladı.

Sonra dayımın onu sıksık ziyaretine geldiğini, hastahaneden çıktığında ise ona çok süslü botlar ve üzerinde turuncu minik çiçekler olan yeşil bir elbise aldığını söyledi.

Turuncu minik çiçekleri olan yeşil elbiseli , güzel botlu minik annem köyüne döndüğünde saçları gibi sapsarı olan ekinlerinin ateşe verildiğini görmüş. ” Harp çıktı, harp çıktı! ” demişler.

Anneannem kocası erken ölünce ve de oğulları İstanbul`da çalışmaya gittiğinden sadece annemle beraber yaşadıkları evden genç bir kısrakla uzaklaşmış. Evinin anahtarını kapılarının kilidini askerler kırmasın diye komşuları Ali Baba`ya vermiş. Çok iyi at sürermiş annemi de alıp dağların tepelerindeki yaylaya gitmiş. Annemler yakılan ekinleri, ahırları ve evleri gördükce hem kahrediyorlar, hem çok korkuyorlarmış. Köyün tüm ileri gelenleri toplamışlar bir dere içinde kurşuna dizmişler, bir tek Düzgün Baba kurtulmuş o da hızla akan bu suyun akıntısına bırakmış kendini ve uygun bir yerde karaya çıkmış.

Çok çok korkmuş annem. Ahırda en sevdiği kuzuları bırakmış, onlar içinde çok ağlamış..Sonra askerler geri çekilmişler..annemler köylerine dönmüşler kalan koyunlardan çifter çifter kurbanlar kesmişler.

Gözyaşları, ağıtlar ve kurbanlar acılarını azaltamamış. Birbirlerine yaslana yaslana ağlamış anneannem ve annem. Kuzularına ağlamış annem ille de alnında kahverengi leke olan kuzusuna..

Rosa`nın Sonja` ya olan mektubunda bir manda için duyduğu acıyı okuduğumda aklıma annemin kuzusu geldi..

İçim titreyerek okuduğum mektubu, alıntılıyorum.

“Soniçka,
manda derisinin kalınlığı ve sağlamlığı özdeyişlere geçmiştir,
düşün artık, derisi yarılmıştı.
Yük boşaltılırken hayvanlar yorgunluktan bitkin,
hiç kıpırdamadan duruyorlardı ve biri,
kanayan, bütün bu süre içinde o kara suratında
ve yumuşacık kara gözlerinde
ağlayan bir çocuk ifadesiyle önüne bakıyordu.

Bu gerçekten de tam olarak, şiddetli bir şekilde cezalandırılmış,
üstelik nedenini niçinini anlayamamış,
zulüm ve işkenceden nasıl kaçacağını bilemeyen
bir çocuğun ifadesiydi.

Hayvanın karşısında duruyordum, bana baktı.
Gözlerimden yaşlar boşanıyordu.
Akıttığım yaşlar, onun gözyaşlarıydı.
İnsan, ancak canı kardeşinin kederi karşısında,
benim bu sessiz ıstırap karşısında
çaresizlik içinde titrediğim kadar acıyla titrer.

Romanya’nın özgür, bereketli, yemyeşil otlakları
ne kadar uzak, nasıl sonsuza dek yitirilmiş.
Ne kadar farklıydı güneşin ışıltısı, rüzgârın esişi;
ne kadar farklıydı kuşların güzelim cıvıltıları,
çobanların şarkılı çağrıları.

Buradaysa; bu tuhaf, sevimsiz şehirde;
boğucu bir ahırda, çürümüş samanla karışık küflü,
kusturucu otlar, tuhaf, korkunç insanlar,
ve dayak,
taze yaradan akan kan…..

Ah! Zavallı mandam!
Benim zavallı canım kardeşim!
İkimiz de burada öyle güçsüz,
öyle hevessiz duruyoruz;
ancak acıda, güçsüzlükte ve özlemde ortağız.”
Rosa Luxemburg

Rosa`nın zavalı mandasına, anneciğimin kahverengi lekeli kuzusuna duyduğu acıdır biraz da dört elle yaşama bağlayan beni. Mutluluklar olduğu kadar acılar da sevdiriyor insana yaşamı..insan olduğumu bir daha anımsayarak, insanlık adına kardeş mandadan ve kardeş kuzudan özür dileyerek, Rosa `yı saygıyla anarak, anneciğime yüreğimin tepesinde bir kez daha yer açarak..unuttum böbrek taşımın sancısını.

Aysel KILIÇ

Exit mobile version