Getting your Trinity Audio player ready...
|
Türkiye’nin çeşitli nedenlerle içine düştüğü ekonomik darboğaz ve kuşatmaya dönüşen güvenlik risklerinden sıyrılabilmesi için uygulanmakta olan ve uygulanabilecek hareket tarzlarına göz atalım. Çünkü, muhalefetin iktidarı skandallarla sıkıştırıp erken seçime götürmesi ve seçimi kazanması; vatandaşın sorunlarını çözemediği gibi bir sonraki seçimde hezimete uğramasına, rejimin tamamen değişip özgürlüklerin rafa kaldırılmasına da sebebiyet verebilir.
Öncelikle hükümetin; “altyapı yatırımları kalkınmada çarpan etkisi yapar” kuralıyla giriştiği yap – işlet – devret girişimlerinin, müşteri ve hazine garantisi haricindeki uygulamalarda başarılı olduğunu düşünüyorum. İhalelerin usulsüzlük ve yolsuzluklarla verilmesi, hazinenin zarara uğratılması bile; elde edilen gelirin yurtiçinde kalması halinde güvenlik sorunu oluşturmayacağını da farz edebiliriz. Ancak, ulusal yatırımcıların bu girişimleri yabancılara devretmeleri ve anlaşmazlıkları yetkili kabul edilen Londra Mahkemelerine taşımaları 2060 yılına kadar bütün hükümetleri ipotek altına sokacaktır. Yani ekonomi – hazine işlerinden sorumlu bakanların atanması veya seçilmesinde İngiltere vesayeti ağırlıklı kalacaktır.
BU VESAYETİ KIRMAK ZORUNDAYIZ.
Yani bir daha IMF, Dünya Bankası veya Kraliçenin adamları ile bu ülkeyi yönetmeyi aklımızın ucundan dahi geçirmemeliyiz. Bu kapsamda TÜSİAD, MÜSİAD ile mesafeli dururken kendimize yeni bir USİAD – Ulusal Sanayici ve İşadamları Derneği- kurarak sanayi devriminin temellerini atmalıyız.
Artan dış borç ve faiz yükünden kurtulmak için hükümetin arazi ve inşaat üzerinden gelir sağlama stratejisi; yıllık bazda yabancılara konut satışı 50-60 milyar dolardan aşağı düştüğü zaman, ekonomi çarklarını döndüremeyecektir. Ayrıca, yabancılara satışta müşteri portföyü giderek zengin Batılı Ülkelerin vatandaşlarından daha çok fakir ülkelerin vatandaşlarına hitap etmeye başlamıştır. Bu durumda yıllık bazda konut satışlarından elde edilecek gelir azami 2-3 milyar dolarlık bir hacme ulaşabilecektir. Yani başta güvenlik ve istikrar sağlanmadığı sürece konut, gayrimenkul veya her türlü ürünün satış fiyatı müşterinin alım gücüne paralel olarak düşecektir. Bu konuda Suriye, Afganistan ve Afrika’dan ülkemize gelen göçmen akınının ekonomi, güvenlik ve istikrara darbe vurduğunu derhal hemen herkesin kabul etmesi gerekiyor. Bugün sanayi ve tarımda ucuz işgücü olarak görülen bu insanların maliyeti; ortaya konulan üretim değerinin en az beş kat üzerinde olacağını hesaplayabiliriz. Olaya ırkçı değil, hukuk ve ekonomi üzerinden gidilmesinin toplumda daha kolay karşılık bulacağını düşünüyorum.