Getting your Trinity Audio player ready...
|
KEREM YILDIRIM
“Mülteci sorunu” bir neden değil, sonuçtur ve gerçeklik düzleminde yalnızca sınıflar mücadelesi perspektifiyle açıklanabilir.
Bu arada kısa bir not düşelim. Mülteci ifadesini bütün yazı boyunca tırnak içinde kullanacağız. Çünkü Orta Doğu’dan ülkemize akan göçmenlerin yasal olarak böyle bir statüsü bulunmuyor.
***
Batılı emperyalist burjuvazinin “Yahudi Sorununu” İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Orta Doğu’ya taşımasıyla, Orta Doğu bir kriz coğrafyasına dönüştü.
Orta Doğu’da yangının büyümesi ve kurumsallaşması ise Sovyetler Birliği’nin dağılması ve ABD’nin Afganistan’ı, Irak’ı ve Suriye’yi işgal etmesiyle doruğa ulaştı. Bu anlamda “mülteci sorunu”, her şeyden önce Batılı emperyalist burjuvazinin Orta Doğu’yu yok etme pahasına sömürmesinin en somut toplumsal çıktısıdır.
Emperyalizm çağında, emperyalist kapitalizme bağımlı çevre ülkelerin burjuva sınıfları “vatanlarını” emperyalist sömürüye “sunarak” ya da satarak düzene eklemleniyorlar. Keza bu çevre ülkelerin burjuva sınıfları, hükümetlerini belirlerken, emperyalistlerin savaş takvimlerine kendi pozisyonlarını uyarlıyorlar.
AKP de böyle yaptı. Irak işgalinin hemen öncesinde hükümet oldu. Siyasal pozisyonunu “bölgenin emperyalist sömürüsünde taşeron rolü oynamak ve Türkiye’yi emperyalist kapitalizme tam bağımlı yapmak” olarak belirledi. Bu anlamda AKP bir savaş hükümeti olarak doğdu.
AKP emperyalistlere taşeron rolü oynadı ve oynamaya devam ediyor.
AKP Türkiye’yi emperyalist kapitalizme tam bağımlı yaptı; Türkiye’yi dünya emperyalist sermayesinin kara para akladığı, uyuşturucu ve silah ticaretini yönlendirdiği merkez haline getirdi.
Türkiye sermaye siyasetinin son yirmi yıllık özeti olan AKP, son yirmi yılda bölgede yaşanan bütün emperyalist işgallerde ve kışkırtmalarda aktif rol aldı. Afganistan’a asker gönderdi, Irak’ta işgale destek verdi, Suriye iç savaşını çıkardı ve Libya’nın NATO tarafından bombalanmasını destekledi.
Bütün bu süreç içerisinde Türkiye sermaye sınıfı palazlandı, etki/yatırım/operasyon alanını genişletti.
İşte AKP ile “mülteci sorununun” kesiştiği tarihsel denklem burada açık hale geliyor.
AKP mülteci politikasını iki başlık üzerinden kurdu.
Birincisi emperyalistlerin istemediği mültecilere Türkiye’nin kapılarını açarak “mülteci sorununu” sıcak paraya dönüştürdü. AKP bu konuna AB tarafından fonlanıyor.
İkincisi, “mülteciler” Türkiye sermaye sınıfı için ucuz emek anlamına geliyor. Düşük ücretlerle ve kayıt dışı çalıştırılan “mülteci” işçiler; Türkiye sermaye sınıfı için toplam bir kazanca dönüştü.
AKP’li Yasin Aktay’ın “Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” açıklaması ve yine bir diğer AKP’li Mehmet Özhaseki’nin “Şimdi bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüzbinlerce insan en ağır ve en zor işlerde çalışıyorlar.” ifadeleri ikinci başlığa göstereceğimiz en güncel örneklerdir.
AKP bu iki gerekçenin üzerine bir de “İslam kardeşliği” sosunu ekleyerek, tutuculaştırdığı yoksul kitlelere İslamcı ideolojik-kültürel formasyonu yeniden ve yeniden propaganda ediyor.
“Mülteci politikasından” bağımsız olarak, sermaye sınıfının refahı ve devlet ricalinin kazancı açısından açılan sınır kapıları, aynı zamanda paramiliter faşist çetelerin giriş çıkışı ve uyuşturucu-silah-insan ticareti için de kullanılıyor.
***
Son beş-on yıl içerisinde “mülteci” akını yaşanması Türkiye toplumunda ciddi tepkiler de doğurdu.
Bu tepkilerin gerisinde de sınıfsal refleksler var. Ancak bu sınıfsal refleksler, farklı sınıfların refleksleri olsa da, ortak bir ideolojik-siyasal program olarak ortaya çıkıyor.
Türkiyeli yoksul ve emekçi sınıflar “ücretleri düşürüyorlar”, “işsizlik artıyor” diye “mültecilere” karşı çıkarken; özellikle eğitimli, küçük burjuva ve orta sınıflarsa “Türkiye Orta Doğululaşıyor”, “Bizler işletme kapatırken, onlar açıyor” diye “mültecilerin” memleketten gitmesini istiyor.
Farklı sınıfların ırkçı ve sağcı temelde birleşen bu tepkileri düzen muhalefetinin en temel söylemlerinden biri haline geliyor. AKP “mültecileri” paraya ve ideolojik hegemonyaya dönüştüren bir politik hat çizerken, düzen muhalefetiyse “mültecileri” kovma çağrısı yapan faşist bir politik hatla AKP’ye yanıt veriyor. “Mültecileri” kovma siyasetinin en aşırı ifadesini, CHP’li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan dile getirdi.
Özcan’ın “Yabancı uyruklulara bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız” çıkışı, 1940’lı yılların faşist varlık vergisini ve Hitler’in iktidara gelmeden önce Katolik Alman gençliğini arkasına almak için Yahudilere karşı yaptığı nefret konuşmalarını hatırlattı.
***
Sınıflar mücadelesi kavramı tam da burada devreye giriyor. Güncel olarak “mülteci” sorunu, farklı sınıfların, farklı reflekslerinin, birbirine zıt gibi görünen siyasal tepkileriyle emperyalist-kapitalist sömürü ilişkilerine hapsolmuş durumdadır. Sermaye siyasetinin zıt gibi görünen siyasal fraksiyonları, göçmenleri “misafir” olarak görme ve göçmenlere statü verilmemesi konusunda ortaktır.
Buradaki temel sorun; “mülteci sorununun” sınıflar mücadelesi düzleminde, sermaye ideolojisinin sınırlarını aşamamasıdır. Sermaye ideolojisinin zıt gibi görünen mülteci siyasetleri karşısında, işçi sınıfı ideolojisinin mülteci siyaseti görünür değildir.
“Mülteci” işçilerin sorunları artık Türkiye işçi sınıfının sorunlarıdır. Göçmen işçilerin yaşama ve çalışma statüsü kazanma mücadelesi, Türkiye işçi sınıfının iş güvencesi için verdiği ya da vereceği toplam kavganın bir parçasıdır. Ancak sorunu bu biçimde ortaya koymak siyasal/sosyalist bilinç istiyor ve bu siyasal bilinç, Türkiyeli işçinin kendi kendine ulaşabileceği bir bilinç değildir. İşçilerin sermaye düzeni karşısında dil, kültür ve renk gözetmeksizin sömürüldüğü; bu sömürününse işçilerin birliği ve ortak mücadelesiyle ortadan kalkacağı düşüncesi, Türkiye işçi sınıfına dışarıdan verilebilir. Bu görev ise komünistlerindir, işçi sınıfı partilerinindir.
Aşırı sağın Türkiye düzen siyasetinin merkezine oturduğu ve işçi sınıfı siyasetinin Türkiye işçileri içerisinde dikkate alınır bir güç olmadığı bir ortamda; işçilere ve AKP’ye muhalefet eden muhtelif toplumsal çevrelere, “mültecilerin” Türkiye’de yaşama ve çalışma haklarını anlatmak zor bir iştir, deyim yerindeyse akıntıya karşı yüzmektir.
Ancak, “mülteci” ve Türkiyeli işçilerin birlikte örgütlenebileceği ve ortak mücadele edebileceği araçlar oluşturulursa bu Türkiye kapitalizmi açısından kontrolü dışına çıkmış, yeni bir kriz anlamına da gelir. Buradaki temel sorun, Türkiye kapitalizminin her geçen gün genişleyen kendi krizi karşısında, emekçilerin örgütlülükle mi yoksa dağınıklıkla mı çıkacağı sorunudur; sosyalist siyasetinin krize karşı işçileri örgütsel bir güce dönüştürüp, dönüştüremeyeceği sorunudur.
Bu anlamda “mülteci sorunu” aynı zamanda bir sosyalist siyaset krizidir. “Mülteci sorunu” sosyalist siyasetin Türkiye emekçileri içerisinde güç olduğu ölçüde gerçekten çözülme şansı bulacaktır.
Sosyalist siyaset eğitimden, sağlığa; sağlıktan “kültürel krize” kadar, “mülteci” sorununa ilişkin siyasal programını ve pratik çözümlerini ortaya koymalıdır. Sosyalist siyaset açısından bu sorun, bir muhalefet örme işi değil, iktidar perspektifi ortaya koyma eylemidir.
İLERİHABER/KEREM YILDIRIM