Getting your Trinity Audio player ready... |
AYSEL YENİDOĞANAY
Tolstoy’un “İnsan Ne İle Yaşar” adlı kitabında, çiftçi Pahom’un öyküsü yer alır.
Bu öyküyü bilmeyen yok gibi, yine de hatırlamakta fayda var:
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.
Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar yürüyerek ya da koşarak ulaştığın bütün yerler senindir. Fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım. Seni başladığın yerde görmek istiyorum. Yoksa bütün hakkını kaybedersin” der.
Pahom, güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir arazi dikkatini çeker orayı da almak için koşmaya başlar.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Vakit epey geçmiş. Daha hızlı koşar, koşar ama artık takâti kesilir. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, yere yığılır ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur ve şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
Bu öyküyü her okuyuşumda, insanın varoluş nedenini sorguluyorum.
Sahi, insan ne için yaşar?
Üremek, çoğalmak, yemek, içmek, mal mülk edinmek, biriktirmek, istiflemek…
Varlığımızın gerçek nedeni bu mu?
Bir insanın ortalama ömrü azami 90 ila 100 yıldır. Bunun zaten ilk otuz yılı çocukluk, ergenlik, gençlik ve eğitim ile geçiyor. Sonrasında çalışma hayatı kesintisiz devam ediyor. Bir farkına varıyorsunuz 50 olmuşsunuz. Yüz yıllık ömrün yarısı gitmiş bile. Bu süre içinde kendinize hiç zaman ayırmadan ev, araba, yazlık, kışlık edinme sevdasına düştüğünüzden akıp giden en güzel yılların farkına varmadınız…
Ve hala farkına varmamaya devam ediyorsunuz. Onu da alayım, bunu da alayım. Bu yatırım için, bu çocuklar için, bu emekliliğim için…
Biriktirdiğiniz paranın, eşyanın, malın mülkün yanında zamanı da tükettiniz. Zamanınızla birlikte benliğinizi de tükettiniz.
Kullanamayacağınız kadar eşya, giyemeyeceğiniz kadar kıyafet, oturamayacağınız kadar eviniz olsa ne fayda; sona yaklaşıyorsunuz. Ve hala gözleriniz midenizden daha aç.
Daha çok para kazanmak, daha çok! Nereden gelirse gelsin fark etmez; daha çok, daha çok para!
Bazen de emek harcamadan, kısa yoldan kazanmak istiyorsunuz.
Bazen de kul hakkı yiye yiye ilerliyorsunuz.
Yetmiyor; vurgun/soygun yaparak çoğaltıyorsunuz mal varlığınızı.
Doymuyorsunuz. Kıtlıktan çıkmış gibi biriktirmeye devam ediyorsunuz.
Hep istediniz, hep istediniz. “İnsan ne denli az isterse o denli mutlu olur; istekler artıkça özgürlüğünü yitirir” der, Maksim Gorki.
Siz, özgürlüğünüzü yitirdiğinizin bile farkına varmadınız. Maddeye bağımlı biri olarak yaşadınız. Tedavisi imkansız bir hastalığa yakalanmıştınız. Ve en acısı bütün o malı mülkü beraberinizde götüreceğinizi düşünüyordunuz. İşte burda yanılıyorsunuz. Sizden sonra kalanlar talan edecekler onu, har vurup harman savuracaklar. Hazıra dağ dayanmaz, ne var ne yok satılacak. Sizi anımsatan hiçbir şey kalmayacak. Çünkü kayda değer hiçbir şey bırakmamışsınız.
Anlayacağınız boşa yaşamışsınız. Bu dünyanın albenisine kapılıp, gözünüzü ve midenizi doyurmaya çalışmışsınız. Ne yazık ki her ikisi de doymamış.
Neden mi? Beyni ve ruhu beslemeyi unutmuşsunuz da ondan! Sanatla, bilimle, edebiyatla hiç ilgilenmemişsiniz. Bu dünyaya kazık çakacağınızı düşündüğünüzden sanatı, bilimi, edebiyatı “boş işler” olarak görmüşsünüz. Bu hayatın bir rüya olduğunu hiç getirmemişsiniz aklınıza.
Ölüm kirpiğinizin ucunda; gözünüzü açmanızla kapamanız arasında geçen kısacık bir sürede gerçekleşir sonun başlangıcı.
Yani demem o ki, taşa toprağa, çar çaputa bu kadar birikim yapıp yaşamınızı heder edeceğinize, keşke bir kitap okusaydınız; belki yaşamınız değişirdi…