Getting your Trinity Audio player ready... |
Yıl 1987’nin son çeyreği idi. Eşimin atandığı Şereflikoçhisar’ın Yağmurhöyüğü köyü İğdeli Yaylası Mezrası İlkokulunda görevine devam ederken, o zaman okul müdürlüğünü yürüten Öğretmen arkadaş, hastalığı nedeniyle gördüğü tedavilerden dolayı uzun süre raporlu kalıyordu. Ben ise o dönem siyasal düşüncelerimden dolayı aranır durumdaydım. Yani yasadışı olarak eşimin yanında kalmaktaydım. Ancak eşimle resmi nikahın bulunmaması nedeniyle, o zaman yerim kolluk güçlerince bilinmiyordu.
İşte o süreçte, sınıfı boş kalan öğretmen arkadaşın sınıfının derslerine ben idareten giriyordum. Kısaca fiilen öğretmenlik yapıyordum. Bu durum çeşitli kesintilerle 1988’in aralık ayına kadar sürdü. Bu sürede, arkadaş görev yapacak duruma geldiğinde, derslere giriyor. Hastalığı ilerlediğinde ve hastaneye yatmak zorunda kaldığında ben sınıfa derse girip, öğrencilerin eğitim- öğretiminin devamını sağlıyordum. Öğrencilerle de iyi bir uyum sağlayarak, onların öğretmen eksikliklerini hissettirmeden fiili göreve devam ediyordum.
Köyün muhafazakar-milliyetçi eğilimine rağmen, köylülerle de iyi bir iletişim sağlayarak, onlarında güvenini kazanmıştık. Köyün İmece işlerine katılıp, işleri birlikte yapmayı da başarıyorduk. Okulda derslere girerek, öğrencilerin derslerinde geri kalmasını da önlemiş oluyordum.
Köyde İlkokuldan sonra öğrenimine devam eden çok az öğrenci vardı. Hele kız çocukları hiç ilkokul sonrası öğrenimine devam edemiyorlardı. Erkek çocuklar genellikle Aksaray Sanayide, Ankara Sitelerde çırak olarak çalışmaya gidiyorlardı. İşte ben eşimle beraber bu köyde bu durumu da kısmen de olsa değiştirdik. İlkokul sonrası ortaokula mezun öğrencilerimizi yönlendirdik. Şereflikoçhisar YİBO’ya üçü erkek, ikisi kız öğrenciyi kaydettirdik. Bunu gören bazı velilerde kız ve erkek çocuklarını ortaokula kaydetmeye başladılar. İşte bu yasadışı yaşam sürecinde bu köyde böyle bir değişimi sağlamış olduk.
Bu çabamızın sonucunu yıllarca sonra bu mezraya ziyaretimizde, artık köyde üniversite de okuyan kızların olduğunu da gördük. Bizim yanımıza gelerek, orada sağladığımız değişimi kendileri ifade ettiler. O zaman derslerine girdiğim ve sonra ortaokula devamını sağladığımız o öğrencilerimizin birçoğu öğretmen olmuş, farklı kurumlarda işe atanmışlar, hatta üniversitede öğretim görevlisi öğrencilerimiz de olmuş. Onlarla hala iletişimimiz devam etmektedir.
Ayrıca öğrencilerimizden biri de anne ve babası vefat ettiğinden, nüfus kaydının olmadığını öğrendik. Onun vatandaşlık kaydını yaptırmak için ilçede çalmadığım kapı kalmadı, ama o işi başaramamıştım. Nüfus müdürlüğü jandarmaya, jandarma köy muhtarına, yada kan bağı en yakın bir aile büyüğüne ulaşılmasını talep ediyorlardı. Ama ne mümkün, o sorunu çözmeden yakalanma durumum oldu.
Yakalanma durumum ise kısaca şöyle gerçekleşti: Ankara Kızılay’daki üst geçitlerden birine 13 Aralık 1988’de Erdal Eren’nin idamını protesto eden bir pankartın asılmasıyla beraber, Ankara polisi bir operasyon başlatıyor. Polis ilk anda önceden takibe aldığı ve belirlediği kişileri alarak işe başlıyor. Hemen o gün kız Öğrenci Ş.I.’ı göz altına alıyor. Onu aylardır izlediğini sonradan sorgulamalardan anlıyorum. Bu kız öğrenci benim hakkımda da bilgi veriyor. Uzun süre takiple, elde edilen bilgiler ışığında bu öğrencinin görüştüğü her kes tek tek toplanıyor. Bu toplananlar arasında Öğretmen T.B.’de benim hakkımda polise bilgi veriyor. Ve beni Aralık 16’da kız öğrencinin köye kadar gelip evi göstermesiyle, yakalanmamı sağlamış oldu. Hatta eşimi de söylemişlerdi. Ancak eşimin raporlu ve yatar durumda olmasından dolayı alamamışlardı. Bu davada bende hiçbir delil ve başka materyal bulamamalarına rağmen, uzun süre aranır durumdan yaşamış olmamdan dolayı, yargıçlar kanaatten hüküm vermiş oldular.
Ancak yakalandığım gün eşim bir haftalık lohusaydı ve yatıyordu. Doğum sırasında kısmi felç geçirdiği için fazla hareket kabiliyeti de yoktu. Daha kızım bir haftalık iken bizi birbirimizden bu vesile ile ayırdılar. Durumu gören köylüler, eşime yardım etmekten geri kalmıyorlar. Hatta bu köylüler benim solcu olduğumu öğrenmelerine rağmen, kendi aralarında para toplayarak ilk parasal desteği bana cezaevinde bu köylüler sağlamıştı. Eşimin her ziyaretime gelişinde hem selam ve dualarını iletiyorlardı. Hem de ellerinde ne varsa bana yollamaktan geri kalmıyorlardı. Sonradan Haymana kapalı cezaevine ziyaretime gelen komşularımız bile olmuştu. Bu köylülerle böyle sıcak ve yakın bir bağımız gelişmişti. Cezaevinden çıkıp köye gelişimde de sevinçle karşılamışlardı. Hepsi teker teker geçmiş olsun demeye eve gelmişlerdi.
Kısaca ilk Öğretmenlik deneyimim de bu şekilde olmuştur. Ama çokta verimli bir öğretmenlik olmuştu. Bu köydeki o değerli insanlarla hala dostluklarımız ve iletişimimiz devam etmektedir. O zamanın o zor koşullarından dolayı, kendilerinden farklı düşünmemize rağmen bize gösterdikleri sıcak ilgi ve desteklerinden dolayı sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Sahiplenmelerinden dolayı da minnettarım.