Getting your Trinity Audio player ready... |
AYSEL YENİDOĞANAY
İnsanın ruhu aşkla beslenir, duyguları şiirle…
Aşk çoğu zaman iki kişilik görünse de; yalnız yaşanır.
Delice bir tutkuyla bağlanırsınız sevdiğiniz kişiye. Yerden kesilir ayaklarınız. Mantık yok olmuştur dünyanızdan. Yüreğinizin sesi vardır yalnızca. Baktığınız her şeyde, her yerde sevdiğinizin yüzünü görürsünüz.
Çalınan her şarkıda, fısıltılarda, martı çığlıklarında onun sesini duyarsınız. Zaman ve mekan kavramı yitmiştir. Farklı bir boyutta yaşamaya başlarsınız. Her an, her dakika yanınızda olmasını istersiniz sevdiğinizin. Gözlerinin derinliğine bakmak, o derinlikte kaybolmak istersiniz. Şiirler, şarkılar yetmiyor artık. Tutkuyla kıvranan yüreğiniz, iki kişilik aşk için yanıp tutuşuyor.
Sevgi dokunmaktır. Dokunmak ve içine almaktır.
Hasret bitmiştir artık. İşte karşı karşıyasınız. Gözleriniz birleşir önce, sonra elleriniz. Yüreğiniz ağzınızda atarken sevdiğinize sıkıca sarılırsınız. Ruhunuz doyuma ulaşırken duygularınız ayaklanır. Şiir okumanın tam zamanı:
“ağaçları kurumuş bir ormanda
çırılçıplak kalmışım
yitirdim gölgemi /-gölgem ol -/
bir deliliğimden utanmadım
bir de seni sevmekten
yürekevimin kapıları
hep sana açılıyor
bodrum kapıları da bana
sevdiğim
aşk iki kişilik bir dünya
bodrum masal içinde bir dünya
tut ellerimi kendi masalımızı yazalım
martı özgürlüğü yakışsın bize”*
Bodrum öyle bir aşk işte.
Bir defa gelen vurulup gidiyor ve bir daha iflah olmuyor.
Ne demişti Halikarnas Balıkçısı:
“Yokuş başına geldiğinde
Bodrum’u göreceksin,
Sanma ki sen
Geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de
Böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum’da
Bırakıp gittiler…”
Ben de Bodrum’da bıraktığım aklımı geri almaya geldim ama bir daha gidemedim.
Gerçek bir Adanalı, Adana dışında yaşarsa sudan çıkmış balığa döner.
Oysa ben sanki hep buradaydım. Adımımı attığım her yeri tanıyordum. Bu dağların hepsi benimdi. Ben dikmiştim zeytin ağaçlarını, Myndos efsanesi benimle başlamıştı ve ben Myndos kraliçesi olarak Bodrum’a olan aşkımı herkes bilsin istedim.
Bodrum’u Bodrum yapan nedir? Mavi taçlı beyaz evleri mi? Begonvilleri mi? Denizi mi? Kalesi mi? Amiral Turgut Reis ya da Cevat Şakir Kabaağaçlı’ (Halikarnas Balıkçısı) mı? Deve güreşleri mi? Zeytinlik alanları, çileği mi? Zeytinyağı mı? Ünlü mekanlarıyla ünlenmiş balıkları mı yoksa yemekleri mi? Çökertme kebabı, çiçek dolması, lokum pilavı ve en önemlisi keşkek. Bunların hepsi iç içe geçmiş özellikler. Biri olmazsa diğerinin değeri yoktur Bodrum’da.
Her aşk kendi masalını yazar ya, her kent de kendi efsanesini yaratır.
Bodrum’u Bodrum yapan en büyük özellik, Ege Bölgesinde yer almasına karşın, yarımada içinde kendi bağımsızlığını kurmuş olmasıdır.
Torba, Yalıkavak, Gündoğan, Türkbükü, Gümüşlük, Turgutreis, Akyarlar, Karaincir, Gürece, Bağla, Ortekent, Yahşi, Konacık, Bitez, Gümbet diye ayırsak da Bodrum’dur bu saklı koyların genel adı. Torba yokuşunu indiğiniz andan itibaren Bodrum’dasınız artık.
Denizden önce sokaklar çağırır sizi. Sabah güneşiyle yıkanmış evlerin kuytularında dolaşırsınız şaşkın ve hayran bakışlarla. Sokağın değişken sakinleri köpekler eşlik eder size; yadırgamazsınız. Sokak çalgıcılarının ezgilerine karışır sesiniz. Sokak ressamına poz verirsiniz sanat adına, kendi tarihinizi not düşerek. Ve bir kadın seslenir size; dağların yazgısı yüzüne sinmiş: “Kekik alıvercen mi?” Bir tek “kekik” sözcüğünü algılarsınız. Kara sevda dedikleri bu olsa gerek. Bütün Bodrum kekik kokmaya başlar. Sokakların ruhuna karışır ruhunuz.
Bir ikindi vakti, güneş dağların ardından denize kavuşmanın coşkusunu yaşarken; siz Bodrum’a özgü klasik ve modern mimariden oluşan bir evin, sardunyalarla bezenmiş bahçesinden geçiyor olacaksınız. Begonvillerin gelin duvağına dönüştüğü bir kapıyı çalacaksınız usulca. Ege’nin o tatlı şivesini içinde barındıran bir kahkahanın sıcaklığı saracak sizi. Bodrum mandalinası lokumu eşliğinde kahvenizi yudumlarken, günbatımının muhteşem manzarasında kaybolacaksınız…
*Şiir: Aysel Yenidoğanay