Getting your Trinity Audio player ready... |
Musa Demir
Ulus devlet anlayışının dünya sahnesinde egemen olmaya başlamasından itibaren azınlık sorunları kümülatif bir biçimde bugüne kadar gelmiştir. Günümüzde Orta Doğu’dan Avrupa’ya hemen hemen her bölgede azınlık sorunundan bahsedilebilmekte ve hepsi için ayrı ayrı nedenler ve çözümler ileri sürülmektedir.
Din, millet veya nadiren de olsa kültür farklılıklarından dolayı varlığını sürdüren azınlık sorunları coğrafyaların kendi dinamikleri ve tarihlerine göre şekil almakta ve değişim göstermektedir.
Dolayısıyla yek bir “azınlık sorunu” tanımından kaçınmak akademik çevrelerin birincil önceliği konumunda olmuştur. Başka bir deyişle, her azınlık sorununu ortaya çıktığı bölgenin gerçekleri çerçevesinde değerlendirmenin en doğru yol olduğu söylenebilir.
Bu çerçevede düşünüldüğünde günümüzde çokça konuşulan “Uygur meselesi ve Çin” başlığı kendine has değerlendirilmesi gereken, yaşayan bir azınlık sorunu olarak karşımıza çıkmakta.
Özellikle son zamanlarda daha da artış gösteren bir dizi suçlamalar, Uygur meselesi hakkında Çin devletini hedef gösteriyor. Kendilerine ait özerk devletlerine sahip olan Uygurlara karşı Çin devletinin ırkçı politikalar uygulayıp uygulamadığı ise en çok yöneltilen soruların başında gelmekte.
“Eğitim kampları” denilen yapılarda Uygurluların asimile edilmeye çalışıldığı ve buna karşı gelenlerin ise işkenceye maruz kaldığı ve hatta öldürüldüğü ileri sürülmeke.
Peki, medya aracılığı ile çokça maruz kaldığımız bu ve benzeri soruların arka planında siyasi bir ajanda var mı? Çoğunluğu Müslüman, toplamda 26 milyonluk bir nüfusa sahip ve Çin’in kuzeybatısında yer alan Sincan bölgesinde yaşayan Uygurlular asimile edilmeye çalışılıyor mu? Yoksa madalyonun başka bir yüzü daha mı var?
Sert devlet yapısı
Bu sorulara cevap vermek için “azınlık sorunu” tanımını, Çin’in yakın dönem devlet işleyiş modeli içerisinde incelemek yararlı olabilir. Bilindiği üzere Çin’in oldukça sert kanunları ayrım gözetilmeksizin devlet tarafından uygulanmakta.
En alt tabakadan üst bürokratik katmana kadar sert diye tanımladığımız bu kanunlar herhangi bir zümre, din veya ırk gözetmeksizin eşit bir şekilde uygulanmakta. Hatta şöyle ki Çin, bu “sertliği” yüzünden içerde ve dışarda birçok eleştiriye de maruz kalan bir ülke. Koronavirüs salgınına karşı uyguladığı politikalarında bunu çok iyi bir şekilde gördük.
Bu gerçek göz önüne alındığında, Çin’in Uygur politikalarının ırk temelli olmadığı; en çok eleştiriye maruz kaldığı “eğitim kamplarında” ise asimile politikaları değil aksine kanunlarını disiplinli diye tanımlayabileceğimiz bir nizam içerisinde hızlı ve aralıksız hayata geçirdiğini söyleyebiliriz.
Kaldı ki çoğunluğu Müslüman olan Uygur nüfusu Çin bölgesinde yaşayan tek azınlık değil. Hatta Uygurluların aksine özerk devleti dahi olmayan daha birçok dini-etnik nüfus varlığını aynı coğrafyada sürdürmekte ve hepsinin karşı karşıya kaldığı politikalar ise aynı.
Peki, diğer bütün konularda olduğu gibi azınlık konusunda da ayrım gözetmeksizin kanun yapıcılığı ve uygulayıcılığına devam eden Çin, Uygur meselesi karşısında neden hedef gösterilmeye devam ediyor?
Çin-ABD ilişkileri
Bu soruya cevap vermek için Çin-ABD ilişkilerini iyi değerlendirmek faydalı olabilir. Uzun bir süredir Çin’in ABD merkezli bir anti kampanyanın hedefi olup olmadığı araştırmacılar tarafından yöneltilen en önemli sorulardan biri oldu.
Özellikle son zamanlarda küresel ekonomide, ticarette ve teknolojide attığı adımlarla diğer ülkelerdeki etki alanını ve saygınlığını arttıran Çin, Batı dünyasının önde gelen ülkelerinin, fakat en fazla ABD’nin düşmanlığını kazanmış durumda. Hatta bunun yankıları diplomatik çevrelerde dahi görülmekte.
Örnek vermek gerekirse; Çin son 20 yıl içinde Orta Doğu’da nüfuz alanını arttırma politikası uyguluyor ve bu siyasetinin olumlu sonuçlarını almaya çoktan başladı. ABD’nin bölgede güvenirlilik sorunu yaşadığını göz önünde bulunduğumuzda rasyonel bir hamle yapan Çin, doğrudan ve doğal olarak ABD’nin hedefi haline geldi.
İki ülkenin arasında devam eden ticaret savaşlarının detayları ise medya raporlarında dahi açıkça yer almakta. Enerjiden finansa hemen hemen her alanda Çin-ABD gerilimi gözlemlenmektedir.
Bundan dolayı ABD merkezli Batı dünyasının ana akım medya kuruluşları Çin’i topa tutmakta ve okları Pekin’in “ırkçı” diye tabir ettikleri politikalarına çekmekte. Uygur meselesi ise kamuoyu oluşturmak ve Çin fobisini yaymak için önemli bir araç olarak kullanılmakta. Çin’in artan gücü ve bu konudaki kararlılığını düşündüğümüzde dünyanın uzun süre daha Uygur meselesini duyacağını tahmin etmek ise hiç güç değil.
Özetle, Çin devleti sadece Uygur olduğu için bir azınlık grubuna karşı hususi bir politika yürütmekte değil. Aksine kendi kanunlarına sert bir disiplin çerçevesinde sahip çıkıp, bunun uygulayıcılığını yerine getirmekte. Eğitim kamplarında tecrübe edilen ise bunun en açık ve somut örneği. ABD medyasının Çin karşıtı ve Uygur “yanlısı” yayınları ise, tam tersi bir açıdan baktığımızda, bir diğer somut örnek olarak tanımlanabilir.
*Araştırmacı, İstanbul
Uyarı: Koronavirüs mutasyona uğraması ve Covid-19 nedeniyle çok yuvalar yıkıldı, çok acılar yaşandı. Bu nedenle Maske, mesafe ve hijen konusunda gereken hassasiyeti gösterelim.