Getting your Trinity Audio player ready... |
Mustafa Kemal Atatürk Nutuk’ta Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinde ülkenin durumunu özetlerken ordunun elinden silâh ve cephanenin alındığını, cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kalelerin zaptedildiğini, bütün tersanelerine girildiğini, bütün orduların dağıtıldığını, memleketin her köşesinin bilfiil işgal edildiğini belirtiyordu.
Bugüne baktığımızda bazı farklar dışında büyük benzerliği görebiliriz. ABD önce PKK’yi hendeklere sürdü, sonra FETÖ darbe girişiminde bulundu, Rum ve Yunanlarla Kıbrıs’ta Noble Dina tatbikatı yaptı. Hala PYD’ye silah veriyor, “ekonominizi mahvederiz” diyor, 152 ada/adacığı işgal eden Yunanlarla adalarda üs kurma görüşmeleri yapıyor, ABD savaş gemileriyle Akdeniz’i ve İran’ı çevreliyor. Dahası Türkiye’nin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin münhasır ekonomik bölge olarak tanımladığı alanda sondaj yapmasından “derin kaygı” duyuyor ve bu adımı “kışkırtıcı” buluyor ve bu faaliyetleri “durdurmaya” çağırıyor. ABD etrafımızı sarıyor, tehditlerde bulunuyor. Ermeni Soykırımı iddiasını tanıyor.
Temel çelişki ABD emperyalizmi ve Türk Milleti arasında
Bu anlattığımız her an sıcak bir savaşın kapımızda olduğunu dolayısıyla da ülkemizin temel çelişkisinin ABD emperyalizmi ve Türk Milleti arasında olduğunu göstermiyor mu?
Atatürk’ün Amasya Genelgesi’nde belirttiği “vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikededir” sözü güncel değil mi!
Beka sorunu da diyebileceğimiz bu mesele karşısında iktidar ve muhalefet ne yapıyor?
İktidar belli ölçülerde ABD’ye dirense de tehdit ve tehlikenin artması karşısında yalpalıyor. Üretim ekonomisine geçmek yerine uluslararası finans kuruluşlardan para bulmaya çalışıyor. Muhalefetin önemli bir bölümü, özellikle de mecliste yer alanları iktidarı antiemperyalist temelde eleştirmek ve Türkiye İttifakı’na zorlamak yerine emperyalizmden medet umma anlayışına bel bağlamış durumda. Öyle ki “S400leri alıp ABD ile aramızı bozmayalım”, “bu iktidar ABD ile ülkemizin arasını bozuyor” diyebiliyor. İktidarı indirmek uğruna üniter devletle, laiklikle sorunlu HDP, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi kurum ve kişilerle hareket ediyor. Muhalefet saflarında “iktidarı ABD götürecekse ABD ile beraberim” diyenlerin sayısı arttı.
Kavram karmaşası
Elbette bu birlikte hareket tabanda bir kavram karmaşası yaratılarak yürütülüyor. Antiemperyalizm, bağımsızlık, üniter devlet, Türk Milleti’nin birliği gibi kavramların yerine adalet, demokrasi, barış, faşizm, etnik kimlik, eşit yurttaşlık, barış, anadilde eğitim gibi kavramlar öne çıkarılıyor.
“Emperyalizme karşı omuz omuza” yerine “faşizme karşı omuz omuza söylemi” kullanılıyor. Adalet en öne çıkan kavram. “Her hakkı yeneni doğrudan baştacı yapmak” anlamına gelen bu kavram, kendisine adil davranılmayanın Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve Türk Milleti’nin hür ve bütün olarak yaşama adaletini dile getirip getirmediğini, dolayısıyla da devletimize ve milletimize kasteden emperyalizme tavır alıp almadığını sorgulamıyor. Oysa en büyük adalet; bağımsız bir vatanda Türk Milleti’nin birlik içinde yaşamasıdır.
Dahası adaleti, adalete kasteden PKK ile arama çabası arttı. Atatürkçü dernek, sendika ve kitle örgütlerine bakıyoruz ki 1 Mayıs kürsüsünden “Öcalan’ın heykelini dikeceğiz” diyen Selahaddin Demirtaş ve “sırtımızı PKK’ye yaslıyoruz” diyen Figen Yüksekdağ’a selam yollayan KESK gibi PKK ekseninde hareket edenlerle birlikte 1 Mayıs kutluyorlar. Tokat’taki 1 Mayıs’ta CHP İl Gençlik Kolları Başkanı, İstiklal Marşı okunmamasına tepki gösterdiği için alandan uzaklaştırıldı.
Bakırköy’de ki 2019 yılının 1 Mayısı’nda HDP korteji yürüyüşü esnasında CHP’nin ses aracı HDP tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde bestelediği “Korkma Bağır” isimli şarkısını çaldı.
Darbe gecesi Türk Milleti’ne bombalar yağdırmaktan çekinmeyen FETÖ ve PKK’ye karşı uyanık olmak yerine “105 bin masum içeride, biz hepsini özgürlüğüne kavuşturacağız” söylemi “adalet” olarak sunuluyor. Önce devlet ve millet olarak yaşamamızın adaleti sağlanmalı. Hızlı ve adil yargılanma değil hepsine özgürlük talebi, adaletin katli değil de nedir!
Yetmedi, Bakırköy’deki kutlamada ortak basın açıklamasında “gazetecilere özgürlük”, “tecrit” sözleriyle FETÖ ve PKK’den tutuklu olanlara selam yollandı. “Türk Milleti” yerine “Türk Milleti” yerine “Türk, Kürt, Arap, Laz, Alevi, Sünni kadın erkek LGBTİ+” vurgusu yapıldı. “Yurttaşların eşitliği” yerine “eşit yurttaşlık”, “barış” söylemiyle PKK/PYD’ye destekte bulunuldu. “Diyarbakır” yerine “Amed” denildi. Anadilin öğrenilmesini değil anadilde eğitimi savunarak ülkeyi federatif yola sürükleyen cümleler kullanıldı.”
Oysa 1 Mayıs işçi sınıfının emeğine, ülkesine, bağımsızlığa sahip çıktığı gün olmalıydı. Kürsüden Türk Bayrağı’nı dalgalandırmak, İstiklal Marşı’nı okumak, Atatürk ve antiemperyalizm vurgusu yapmak isteyenler, Kocaeli’deki gibi ayrı 1 Mayıs kutlaması yapmalıydılar.
Uzun yıllar bağımsızlık kavramının unutturulmak istendiği Atatürkçü tabana, iktidara karşı ABD, PKK’nin meclisteki temsilcisi HDP kurtarıcı olarak sunuluyor. Öyle ki Kimi Atatürkçü, kendisine “ben PKK’yim” diyen HDP için “HDP ayrı PKK ayrı” diyebiliyor. Hatta “AKP açılım yaparken iyi de biz işbirliği yapınca mı kötü!” diye HDP ile işbirliğini “mantıki” gerekçeye büründürenler var.
Temel saflaşma: milli-gayrimilli cepheleşmesi
Bir vatansever olguları antiemperyalizm temelinde değerlendirir. Adalet, demokrasi, hak, eşitlik, faşizm, özgürlük, hukuk, barış, vb muğlak olduğundan kafa karıştırır. İçeriği emperyalizmin istediği şekilde doldurulabilir. Ulusal egemenliğe ve birliğe zarar verebilir. Demokrasi; eşitlik, özgürlük, adalet değil; bunların da dayandığı ulusal egemenliktir. Atatürk bundan dolayı 1 Mart 1923’te TBMM’nin dördüncü toplanma yılını açarken şunu demiştir:
“Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüce eşitlik ve adaletin yerleştirilmesini ve korunmasını sağlamak ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasıyla sürekli olur. Bundan dolayı özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası ulusal egemenliktir.”
Kafa karışıklığına neden olan tüm bu kavramlara karşı bağımsızlık, emek, laiklik diyeceğiz. Bu da ancak milli devletle olanaklıdır. Milli devlet bireyleri, çeşitli aidiyetlere karşı hukuk önü eşitlediği için özgürlükçüdür, ilericidir. Milli devleti savunmanın siyasetteki yansıması ise sağ-sol değil milli-gayrimilli saflaşmasıdır.
Bugün Atatürkçü, devrimci programı emperyalizme karşı antiemperyalist temelde üretilmelidir. Bu program PKK/PYD’nin tasfiyesini, Esad ile el sıkışmayı, bölge ülkeleriyle dayanışmayı, ranttan yana değil üretimden yana ekonomiyi, laiklik ilkesini içeriğinde taşıyan milli eğitimi savunmaktır.
“Dersim katliamı” diyerek cumhuriyet de laiklik de milli birlik de savunulamaz
“Mazlumun yanında olmak” gerekçesiyle “Dersim katliamı” diyen kimi Atatürkçüler, sosyal demokratlar ne mazlumu ne milli birliği ne de laikliği savunabilir!
Dersim Harekatı’na ilerilik-gericilik noktasından yaklaşılmalıdır. Cumhuriyet devriminin milli, laik, çağdaş, özgür devlet ve toplum anlayışı ileridir; ağalık, şeyhlik, seyitlikten oluşan Ortaçağ feodalizmi, Milet yerine etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleri öne çıkarmak gericiliktir. Dersim Harekâtı’na da ilericilik-gericilik eksenin bakılmalıdır. Bu harekâtla şunlar amaçlandı:
1) Merkezi otoriteyi pekiştirmek,
2) Köylüyü ağa, seyit, şeyhlerden özgürleştirmek ve milli birliği sağlamak,
3) Eğitimi, imarı götürmek.
Dersim Harekâtı’nda yanlışlıklar oldu. Fakat durumun özü, Cumhuriyet ile Ortaçağ arasındaki hesaplaşmadır, katliam yapmak değil. Toplumu aşiretin, ağanın, seyidin kölesi olmaktan üreten, özgür bireyler haline dönüştürme savaşımı verilmiştir. Yüzlerce köye sahip ağaların gücünü kırmak köylüyü özgürleştirmektir. Bu ilericiliktir.
“Katliam” iddiasında bulunanlar özellikle harekatla amaçlananları, ağaların, şeyhlerin köylü üzerindeki baskısını dile getirmiyorlar. Dolayısıyla “katliam” iddiasında olanlar aslında tarihsel olarak geridedir, gerici taleplerle birleşiyorlar. Ağa ve şeyhlerle birleşmeleri “cumhuriyetçilik” iddialarını ortadan kaldırmaktadır. Ortaçağın dinsel ideolojik kurumlarını “mazlum” görmeleri “laiklik” anlayışlarını ortadan kaldırmaktadır. Toplam olarak da milli birliğin karşısında konumlanmış oluyorlar.
Atatürkçülerin kendilerini bu kişilerden ayırması gerekir.
Yakıcı ihtiyaç: En geniş milli cepheyi kurmak
Atatürk Samsun’a çıkarken toplumdaki çözüm yolları arasında hilafet ve saltanatın yaşamasının, büyük bir devletin manda ve himayesinin, bölgesel bağımsızlığın olduğunu söylemişti. Erdoğan nefretiyle bugün de AB/ABD himayesine, HDP’ye ve bağımsızlığı, üniter devleti, milli birliği önemsemese de her muhalifle “AKP karşıtlığı” temelinde bir araya gelmek, çözüm yolu olarak gösteriliyor. Oysa Atatürk padişahı, emperyalizme veya vatanı bölmek isteyenlere yaslanarak kovmaya çalışmadı. Benimsenen çözüm yollarına karşı “ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!” gerektiğinden bahsetti.
Diğer yandan Cumhur İttifakı açısından söyleyecek olursak “zillet ittifakı” diyerek sürekli kutuplaştırma siyaseti milli birliği zedeliyor. Beka meselesini önemsiyorsanız, milleti ayrıştırmak yerine birleştirmeye, üretim ekonomisini hayata geçirmeye çalışınız.
Atatürk düşmanla mücadelede millet, meclis ve ordu olmak üzere üç kuvvetin tayin edici olduğunu söyler. Bu üç kuvvet iki cephede savaşır; 1. İç cephe 2. Dış cephe. Devamını Nutuk’tan okuyalım:
“Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlûp olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir.”
Bugün de 19 Mayıs koşullarındayız. 19 Mayıs bağımsızlığın meşalesinin yakıldığı gündür. Akdeniz’de ve Suriye’de Amerikan namluları ile burun buruna geldik. Bağımsızlık bayramında Atatürk gibi “vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir” diyelim ve bu tehlikeye karşı en geniş güçleri birleştirelim.