Getting your Trinity Audio player ready... |
9 Mayıs 1950’de zamanın Fransa Dışişleri Bakanı olan Robert Schuman, Avrupa’da kalıcı ilişkilerin sağlanması noktasında bir kanun teklifi açıklamıştır. Tarihe “Schuman Bildirisi” olarak geçen bu tasarı, Avrupa Birliği’nin başlangıç adımı olarak görülmektedir.
İşte bu bildiriye atfen, 9 Mayıs günü, 1985 yılında Milan’da yapılan Zirve toplantısında alınan kararla her yıl Avrupa Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır.
Avrupa Birliği, o dönemki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 1958 yılında kurulmuş; Türkiye, 31 Temmuz 1959’da dönemin başbakanı Adnan Menderes tarafından AET’ye ortaklık başvurusunda bulunmuştur.
Türkiye’nin yaptığı başvuru AET Bakanlar Konseyi tarafından kabul edilmiş ve 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye’yi temsilen dönemin başbakanı İsmet İnönü tarafından Ankara Anlaşması imzalanmış ve anlaşma 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Türkiye, AET ile Ankara Anlaşması’nı imzaladığında AET’nin; Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda olmak üzere tam altı üyesi bulunmaktaydı.
13 Kasım 1970’te imzalanan ve 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol ile Ankara Anlaşması’nda öngörülen hazırlık dönemi tamamlanmış ve Geçiş Dönemi koşulları belirlenmiştir. Sanayi ve tarım ürünleri ile kişilerin serbest dolaşımı ve Gümrük Birliği’nin kurulması öngörülmüştür.
1973’te; İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nın katılımıyla Topluluğa bağlı 9 üye devlet oldu. 1981 yılında Yunanistan’ın üyeliği ile 10 üye sayısına oluşan Topluluk, 1986 yılında; İspanya ve Portekiz’in katılımıyla 12 üye devlete ulaştı.
12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye – AB ilişkilerinin askıya alınması sonucunu doğurmuştur.
14 Nisan 1987’de Türkiye, başbakan Turgut Özal öncülüğünde henüz Ankara Anlaşması’nda öngörülen dönemler tamamlanmadan, üyelik başvurusunda bulunmuştur. 18 Aralık 1989’da Türkiye’ye verilen cevapta, topluluğun kendi iç bütünleşmesini tamamlamadan yeni bir üye kabul etmeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte, Türkiye’nin, Topluluğa katılmaya ehil olmasına rağmen, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda gelişmesi gerektiği ifade edilmiştir.
3 Kasım 1990’da Federal Almanya ve Doğu Almanya birleşti. 1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması ile Topluluk artık Avrupa Birliği oldu.
1995 yılında, Avusturya, Finlandiya İsveç’in katılımıyla, Avrupa Birliği’nin üye sayısı 15’e yükselmiştir.
1 Ocak 1996’da yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile Türkiye – AB arasında yeni bir adım atılmış oldu.
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığı resmen onaylanmış ve diğer aday ülkelerle eşit konumda olacağı açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir.
Avrupa Birliği, Helsinki Zirvesi’nde, diğer aday ülkelerle olduğu üzere Türkiye ile Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanmasına karar vermiştir. Türkiye için hazırlanan ilk Katılım Ortaklığı Belgesi 8 Mart 2001 tarihinde AB Konseyi tarafından onaylanmıştır.
2004 yılında, Avrupa Birliği’nin tarihindeki en büyük genişleme dalgası gerçekleşti ve 10 yeni ülke; Çek Cumhuriyeti, Estonya, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Letonya, Litvanya, Macaristan, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya Avrupa Birliği’ne tam üte oldu. Böylece üye sayısı 25 olmuştur.
17 Aralık 2004 tarihinde yapılan Brüksel Zirvesi’nde, Türkiye-AB ilişkilerinde bir dönüm noktası gerçekleşmiş ve Brüksel Zirvesi’nde Türkiye’nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. Bu kararı takiben 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerine başlamıştır.
2007 yılında, Bulgaristan ve Romanya’nın katılımıyla Avrupa Birliği’nin üye sayısı 27’ye yükseldi.
Tam Üyelik Katılım Müzakerelerinde şu ana kadar 16 fasıl müzakerelere açılmış olup bir fasıl ise geçici olarak kapatılmıştır. Kimi üye ülkelerin siyasi engellemeleri ve Kıbrıs sorunu müzakere sürecini etkilemektedir. 2010-2013 döneminde yalnızca 1 fasıl müzakereye açılabilmiştir.
17 Mayıs 2012 tarihinde Türkiye ile Avrupa Komisyonu arasında Pozitif Gündem başlatılmıştır. Pozitif Gündem, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri açısından işbirliği mekanizmalarını harekete geçirmek ve siyasi blokaj konulmuş fasıllar da dahil olmak üzere, teknik açılış/kapanış kriterlerinin en kısa sürelerde gerçekleşmesini amaçlayan bir çalışma yöntemi olarak düşünülmüştür.
2013 yılında Hırvatistan’ın katılımıyla Avrupa Birliği’ne üye devlet sayısı 28’e ulaştı.
Türkiye – Avrupa Birliği arasında süren Pozitif Gündem, 2014’te Avrupa Komisyonu Genişleme ve Komşuluk Politikasından Sorumlu Üyesi Štefan Füle’nin yerine Johannes Hahn’ın göreve gelmesiyle son bulmuştur.
Ve henüz Türkiye, AB’ye üye olmadan bir üye ülke AB’den çıkmıştır.
25 Kasım 2018’te Brexit’e ilişkin siyasi deklarasyon AB üye ülkeleri tarafından onaylandı. Ancak İngiltere parlamentosunda çekilme koşullarına ilişkin uzlaşı oluşmayınca 10 Nisan 2019 tarihli AB Zirvesi’nde Brexit 31 Ekim 2019’a kadar ertelenmiştir. İngiltere’nin AB’den ayrılması süreci uzun bir belirsizliğin ardından 31 Ocak 2020 tarihinde İngiltere’nin AB üyeliğinden resmen çekilmesiyle önemli bir aşama geride kalmıştır. 1 Şubat 2020 tarihinde Çekilme Anlaşması yürürlüğe girmiştir. Böylece Avrupa Birliği üye sayısı 27’ye düşmüştür.
Avrupa Birliği’ne üye olmanın temel koşulları bulunmaktadır. Demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı, etkin bir piyasa ekonomisi, rekabet edebilme kapasitesi, Avrupa Birliği’nin siyasi birlik ve ekonomik ve parasal birlik hedeflerini kabul etmek, AB’nin aldığı kararları ve yasaları kabul etmek ve uyum sağlamak.
Türkiye, Yunanistan’dan sonra Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin de tam üye olması ile birlikte özellikle Kıbrıs’ın (GKRY’nin tüm Kıbrıs’ı temsil ettiği varsayımı) tanınmaması konusu üzerinden ciddi ve aşılması zor yaptırımlarla karşılaşmaktadır.
Ancak Türkiye’nin özellikle son yıllarda ülkede gerçekleşen anlayışla AB’ye yaklaşmak şöyle dursun gitgide AB’den uzaklaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Muhalefet partisinden bir büyükşehir belediye başkanı ile ilgili olarak Fatih Sultan Mehmet’in eşi Gülbahar Hatun’un türbesinde eli arkada durdu diye soruşturma konu oluyorsa, İçişleri Bakanı konu ile ilgili olarak “bence suç” ama soruşturma izni vermeyeceğim diyorsa, Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’ın kendi şirketinden bakanlığa dezenfektan sattığı ortaya çıkıyor, bakan görevden alınıyor ve konu kapanıyorsa, Merkez Bankası Başkanı görevden alınırken Cumhurbaşkanına şükranlarını sunuyorsa, iktidarı destekleyen partinin genel başkanı Anayasa Mahkemesi kapatılsın diyorsa, mafya liderleri hala gündem oluyorsa, muhalefete ait büyükşehir belediyesinin halk ekmek büfesi koyması olay haline geliyorsa, bir ilçe belediyesi üzerinden alınan gri pasaportlarla yurtdışına çıkılıp dönülmüyorsa, açık havada salgın gerekçesi ile gösteri ve yürüyüşler yasaklanırken iktidar partisi kapalı salonlarda lebalep kongreler gerçekleştiriyorsa biz nasıl Avrupa Birliği’ne girmeyi bekleriz?
Avrupa Birliği’ne girip girmemekten ziyade Türk milletinin yaşam standardının, Türkiye Cumhuriyeti devletinin demokrasisinin, hukukunun, ekonomisinin, refahının, eğitim sisteminin, çevre duyarlılığının, düşünce ve ifade özgürlüğünün yükseltilmesi, bölgesel gelişmişlik farklılıklarının, yoksulluğun, işsizliğin bir an önce giderilmesi için adımların atılması gerekmektedir.
9 Mayıs Avrupa Günü Kutlu Olsun!
Dr. Başar ERGÜN