Getting your Trinity Audio player ready... |
AYSEL YENİDOĞANAY
Kara önlükle okula gittiğimiz yıllar…
Mahalle kültürünün kaybolmadığı; dostluğun, dayanışmanın sevgi bağıyla örüldüğü, sevincin ve üzüntünün eşdeğerde paylaşıldığı yıllar…
Çocuktuk; nefret neydi, kin neydi, düşmanlık neydi bilmiyorduk. Bir tek arkadaşlarımızla kavga ederdik ve büyüklerin değimiyle “tükrüğümüz kuruyana kadar” barışırdık.
Yorgunluktan bitkin düşene kadar oynardık sokaklarda ve hangi kapıyı çalsak içerdik suyumuzu; hem de aynı bardaktan. Salçalı ekmeğimizi bölüşürdük de bir tek gazoz kapaklarını ve bilyeleri bölüşemezdik. Yine de kıyamazdık bilyesiz kalana, “ödünç” veya “borç” verirdik. Ütenin kazancına ortak olurduk.
En çokta bayramları severdik.
Ramazan bayramında el öpüp şeker toplamayı, kurban bayramında da et dağıtmayı severdik. Büyüklerimiz bilirdi kimin kurban kesip kesmediğini. Bir de zarf tutuştururlardı elimize, sıkı sıkı da tembih ederlerdi: Sakın yolda açmayın zarfı. Mutlaka (Ayşe, Fatma, Zehra; isim fark etmez) teyzenin eline ver. Uçarcasına dolanırdık mahalleyi bir uçtan diğer uca…
Ve bahar gelirdi sonra… aylardan Nisan… Çiçeklenirdi doğa. Biz de çiçeklenirdik. Aylar öncesinden başlamıştı hazırlık. Öyle ya; en büyük bayram bu bayram; Ata’mızdan bize armağan… Stadyumda gösterimiz var. Kimimiz prens olduk, kimimiz prenses… Kimimiz yavrukurt olduk kimimiz asker. Coşkuyla salladık bayraklarımızı, sevgiyle, minnetle selamladık dünyada çocuklarına bayram hediye eden tek lider; ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü…
Ve büyüdük; kara önlükler gitti önce, maviye boyandı okullar. Sevindik, Ata’mızın gözlerinin rengidir diyerek. Kısa sürdü sevincimiz; formalara büründük. Her okulun kendine ait bir rengi oldu. İlk ayrışmayı bu şekilde öğrendik. Her üç yılda bir formamız değişmeye başladı. Rengimizi kaybetmeye başladık. Ve sonra kara tahtayla birlikte kitaplar değişmeye başladı. Öğretmenlerimiz değişmeye başladı…
Değişimin ne olduğunu anlamaya çalışırken, artık andımızın da okunmayacağını öğrendik.
Andımızla birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı da kutlamayacağımızı öğrendik.
İki yıldır virüs var diye kutlamadığımızı düşünmek istiyorum ama ya ondan önce ve daha önce ve daha önce ve daha önce…
Büyükler, eskiden bana yalan söylemezlerdi. Şimdi, gözümün içine baka baka bana yalan söylüyorlar. Onlar, elini kolunu sallaya sallaya dışarıda gezerken beni eve hapsediyorlar.
Marketler tıkır tıkır işlerken, toplu taşıt araçları vızır vızır işlerken, Pazar tezgahları kurulurken, fırıncılar gece gündüz çalışırken virüs dolaşmıyor da, ben bayramımı kutlayacağım zaman mı yapışacak yakama.
Haberlerden öğrendim, virüs havadan bulaşmıyormuş. Yakın temas olmadığı, elimizi yüzümüze, gözümüze sürmediğimiz sürece virüs kapma ihtimalimiz yokmuş.
Ben, Ata’sının izinde bir çocuğum. Çevreme ve kendime saygılıyım. Maskemi takarım, sosyal mesafeye uyarım.
Çocuğum ben, bayramımı kutlamak istiyorum.
Ellerimde bayraklar ve balonlar, sokaklarda, caddelerde şen kahkahalarla dolaşmak istiyorum…
Ve sonraki yıllarda, daha önce olduğu gibi, kardeş ülkelerin çocuklarını da kendi ülkemde, evimde ağırlamak istiyorum.
Ben, Ata’mın bana armağan ettiği bayramımı geri istiyorum…
Ve ben şiir okumak istiyorum:
Çocuklar şarkı söylerken
Kanatlanır gökyüzüne
Melek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
Sarı saçlı, mavi gözlü
Bebek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
Bulut olur,
Gökkuşağı olur
Deniz olur.
Çocuklar şarkı söylerken
23 Nisanlarda
Pırıl pırıl saydam kanatlı
Kelebek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
23 Nisanlarda
Dillerinde, gözlerinde
Yüreklerinde yalnızca
Bir dilek olur.
Teşekkürler Atatürk
Teşekkürler Atatürk.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamayacaksam/ kutlayamayacaksam, ben büyümek istemiyorum
Şiir: M. Macit Taş/Çocukların Dileği