Getting your Trinity Audio player ready...
|
Kendine has kokusu ve kendine güzelliği ile doğadaki en güzel çiçeklerden biri olan çiğdem çiçeği, kimi zaman Yunan mitolojisine konu olmuştur. Kimi zaman Hititlerde bir şenliğin adıdır. Kimi zaman da büyük halk ozanı Aşık Veysel’in dizelerinde yer almıştır. İşte çiğdemin mitolojiden günümüze uzanan öyküsü…
Yunan mitolojisine göz atacak olursa karşımıza şu hikâyeler çıkıyor. Bir ölümlü olan Crocus, Yunan tanrısı Hermes’in arkadaşıdır. Bir gün iki arkadaş oynarlarken, Hermes yanlışlıkla arkadaşının ölümüne neden olur. Kazanın olduğu yerde küçük bir bitki çiçek açar. Crocus’un üç damla kanı da çiçeğin tam ortasına düşer. (Crocus:Çiğdem)
Başka bir rivayete göre ise çiğdem çiçeği, tanrılar tanrısı Zeus ve tanrıça Hera’nın aşkına tanık olmuştur. Troya savaşının en yoğun döneminde Zeus’un karısı, kıskanç Hera Kazdağı’na çıkar. Amacı Zeus’u baştan çıkarmaktır.
Homeros İlyada’sında şöyle anlatır bu olayı: “…Böyle dedi, aldı karısını koynuna, sarıldı Tanrısal toprak yumuşak bir çimen saldı. Taptaze Lotos bir halı serdi toprakla aralarına. Safranlardan, sümbüllerden tatlı bir halı… Uzanıverdi ikisi de halının üstüne. Sardı onu güzel bir altın bulut. Buluttan çiğ damlaları akıyordu pırıl pırıl. Tanrıların babası yüksek Gargaros tepesinde Koynunda karısı mışıl mışıl uyuyordu”.
İlyada’yı okuyan Alman araştırmacı Schliemann, Troya’yı ve Troya hazinesini keşfetmişti. Bu dizelerde bahsedilen safran (çiğdem) ve sümbüller gerçekten de burada yetişir. Hatta bunlardan birisinin ismi de Gargaros tepesinin (Karataş Tepe ) adıyla anılır: Crocus gargaricus (Gargaros çiğdemi) adlı endemik çiğdemdir. Crocus biflorus subsp. nubigena adlı çiğdem de Kazdağı’nın endemik bitkisidir.
Homeros çiğdem bitkisini şafakla özdeşleştirir. “Safran urbalı şafak ta yayılınca denize” der. Homeros mutlaka çiğdem bitkilerince zengin, denizi gören ve güneşin en erken göründüğü bir yerde şafağın sökmesini gözlemiş olmalıdır. Kazdağı’nın zirvesi bu açıdan en ideal yerdir.
Roma döneminde ise, Adanalı hekim Dioscorides çiğdemi kadın hastalıkları için önermiştir. Antik Yunan döneminde Kibele ile de özdeşleştirilen tanrıçası Demeter ilahilerinde çiğdem çiçekleri önemli bir yer tutar ve sarışın olduğu bilinen tanrıçanın saçlarına benzetilir sarı çiğdem çiçekleri. Bir Demeter ilahisi;
Bitek çayırlarda çiçek topluyordu o
Güller, safranlar, güzel menekşeler, irisler, sümbüller ve nergisler
Çiğdem çiçeklerine benzeyen uzun sarı saçları dans ediyordu omuzlarında
Oynuyorduk bir yandan da topluyorduk güzel çiçekleri
Narin çiğdemler ile buket yapıyorduk…
Kazdağı’nın endemik bitkisi çiğdemin Hititçe adı Antahsum’dur. Sümerler de AN (gök), TAH (artma), SUM (soğan) olarak ‘gök soğanımızı artırsın’ olarak çevrilebilecek kelimenin kökeni bereketin artması olarak Hititler zamanından bu yana bilinir. AN.TAH.SUM ‘Çiğdem Şenliği’ olarak Hitit Bayramı günlerinde Güneş tanrıçası Arinna ve Hatti tanrıları için 38 gün süren kutlamalarda çiçek adeta kutsanır. Alacahöyük ortostatlarında alt köşedeki çiçeğin ‘an.tah.sum’-şar çiçeği olarak tasvir edilmesine neden olmuştur. Hititologlar ‘şar’ ekinin bitkinin soğanlı olmasını ifade ettiğini söylüyorlar.
Çiğdem, Aşık Veysel’ in dizelerinde türkülere konu edilmiş ‘hepsinden ben alayım’ dizelerinde çiçeklerin en seçkini olarak aynı zamanda fazla yenildiğinde ise yine aynı türküde bahsi geçen ‘yiğit başına belayım’ dizesinde olduğu gibi zehirleyici özellikte bir çiçektir.
Günümüzde ise Orta Anadolu Bölgesi’nde, karaçalı (yöresel şive ile küsküç ) denilen bir çubukla mor-eflatun-sarı çiçekli çiğdem kökleri çıkarılır. Çocuklardan oluşan alaylar köyde tekerlemeler söyleyerek ‘Çiğdem Gezmesi’ ni gerçekleştirir. Ev ev gezerek pilav yapılmak üzere yağ ve bulgur toplarlar. Evlerden yağ verenin oğlan çocuğuna sahip olacağı, bulgur verenin ise kız çocuğuna sahip olacağı müjdelenir. Yağ verene sarı çiğdem, kız verene ise mor çiğdem verilir. Yağ veya bulgur vermeyenin kapısında sürekli beklenir. Kapı açılana kadar ‘ Dam başında boyunduruk, bekleye bekleye yorulduk, bahşiş verirsen giderik, yoksa akşama kadar dururuk’ manisi söylenir. Sonunda çocuklardan oluşan alayın topladığı yağ, bulgur, çiğdemler ve diğer malzemeler bir kazanda karıştırılarak çiğdem pilavı pişirilerek köyde dağıtılır. (Antalya, İstanbul ve Ankara Çiğdemi gibi daha birçok endemik türü bulunan çiçeğin öyküsü devam edecek).