Getting your Trinity Audio player ready... |
Ak parti MKYK üyesi Metin Külünk 11 Nisan’da twitter hesabından MEB’e “Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık” kitabını ders kitabı olarak okutmayı önerirken şunları yazmıştı:
“DERS KİTABI OLMALI. Osmanlı’dan cumhuriyete geçişte Türkiye’nin verdiği bağımsızlık mücadelesi anlaşılmadan bugün anlaşılmaz o halde “ATATÜRK’ÜN KALEMİNDEN” 100 yıl öncesini bir kez daha bir kez daha okumak zorundayız ve kitapta hangi badirelerden nasıl hangi strateji ve yöntemlerle mücadele edip geçerek bugüne gelmişiz ve bugün ne yapmamız lazım sorularının cevabı var. TEKLİFİMİZ bu kitap liselerde hatta orta okullarda ders kitabı olarak okutulmalı.”
Metin Külünk’ün önerdiği kitap, Kaynak Yayınları’nın Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE) ve Nutuk’tan derlediği “EMPERYALİZM VE TAM BAĞIMSIZLIK” kitabı. Metin Beyin önerisine katılıyorum.
Peki bu kitapta neler yazıyor?
Atatürk’ün emperyalizm ve tam bağımsızlığa ilişkin düşüncelerini toplu yansıtması yönüyle önemli bir başucu niteliğinde bir kitap.
Satın alınamayan irade
Kitabı okuduğumuzda ilk gözüme çarpan Atatürk’ün Trablusgarp, Çanakkale, Suriye cephelerinde kazandığı şöhretini bilenlerce teslim alınamayan bir kişi olmasıdır. Mustafa Kemal Paşa Halep’te kendisin teklif olunan 2. Ordu Kumandanlığını reddettiği ve İstanbul’a gitmek için tren ücreti verecek kadar parasının olmadığı bir anda Alman general Falkenhayn’ın kendisine yolladığı sandıklarla dolu altınlara tenezzül etmez ve yaverleri aracılığıyla generale şunu söyler:
“Bizi buraya gönderen kumandanın altın karşılığında memleket menfaatleri hakkında müsamaha gösterecek insanlardan olmadığını çoktan öğrenmeliydiniz.”
Atatürk 1. Dünya Savaşı’na katılmayı zorunlu buluyor
Kimilerinin iddiasının aksine Atatürk bu savaşta tarafsız kalınamayacağını İtilaf devletlerinin şu niyetleriyle ortaya koymuştur:
“Tamir olunmaz felaketlere ve elim neticelere vardığından, bugün milletin memnuniyetsizliğini çeken Harbi Umumi’ye iştirak etmemek elbette son derece arzuya değerdi. Fakat buna maddi imkân mevcut değildi. Çünkü iştirak etmemek silahlı bir tarafsızlığı yani Boğazlar’ın kapalı bulundurulmasını icap ettiriyordu. Halbuki vatanımızın coğrafi mevkii, İstanbul’un stratejik vaziyeti, Rusların İtilaf hükümetleri yanında mevki almış olması, bizim seyirci kalmamıza asla müsait değildi. Bundan başka, silahlı bir tarafsızlığın devam ettirilmesi için paramız, silahımız, sanayimiz, özetle lazım olan vasıtalarımız mevcut değildi. İtilaf devletlerinin bilhassa İngilizlerin para vermemesi bir yana, gemilerimizi zapt ve milletin dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği İnşaatı Bahriye’ye ait yedi milyon liramızı da gasp eylemeleri ve İtilaf Devletlerinin harp ilanıyla beraber bizim harbe girişimizden daha dört ay evvel tamamen Osmanlı hükümeti zararına bir Ermenistan cumhuriyeti teşkiline karar verdiklerini ilan eylemiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin yayımladığı gizli antlaşmalardan anlaşıldığına göre, İstanbul’un Çarlık Rusya’sına vaat edilmiş olması, harbe İtilaf devletleri aleyhine girmekliğin kaçınılmaz olduğunu gösterir açık delillerdendir. Bir de İngiltere ve Fransa’nın, kendisine İstanbul’u vaat eyledikleri Rusya dururken, uğursuz Balkan Harbi’nden sonra hiçbir askeri kıymet ve milli mevcudiyet atfeylemedikleri milletimizi, kendilerine iltihak eylemeyi farz etsek bile, tercih edeceğini tasavvur eylemek elbette doğru olamaz.”
1. Dünya Savaşı’nda Alman ve İngiliz ihtiraslarına karşı duruş
Atatürk, “içinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber kurtulmak zaruri ise de, Almanların bu zaruretten ve harbin uzamasından istifade ederek bizi sömürge şekline sokmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetinin karşısındayım” sözüyle Almanların her dediğine boyun eğmeye ve cephe komutanlıklarının Almanlara verilmesine karşı çıkmıştır. Almanların Irak harekatı noktasında niyetlerini de “Irak hareketini, memlekete yerleşmesi için vesile olarak gördü. Hakikatte, ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almaktı” sözüyle değerlendirmiştir.
1. Dünya Savaşı bitip Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandığında görevde bulunduğu Suriye cephesinden hükümet ile yazışarak emperyalistlerin ihtiraslarının frenlenmesi gereğini vurgular. Örneğin İngilizlerin istekleri konusunda şunu belirtir:
“Mütareke şartları arasında yanlış anlamaları giderecek tedbirleri almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boyun eğecek olursak İngilizlerin ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”
İttihat ve Terakki’nin vatanseverliği
İstifası sonrası İstanbul’a gelen Atatürk İstanbul’da milli mücadeleyi örgütlemeye başlar. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne karşı milleti uyaracaktır. Bu cemiyette olanlar, onun ifadesiyle geleceğini “İngiliz himayesini teminde arayanlardır.” Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa, İçişleri Bakanı Ali Kemal, Sait Molla bulunuyordu.
İstanbul’da İtilaf devletlerinin temsilcileriyle de temas kurarak niyetlerini anlamaya çalışmıştır. Kendisinden özellikle İttihatçılarla bağlantısının olmayacağına dair garanti isterler dahası onları lanetlemesine yönelik çabalar olur. Bir gün Mösyö Frew adlı biriyle tanıştırılır. Frew “İttihat ve Terakki’nin cinayetlerini evvela tasdik etmelisiniz” dediğinde İttihat ve Terakki’nin vatanseverliğine vurgu yapar:
“İttihat ve Terakki’nin temsilcisi değilim. Fakat müsaadenizle söyleyeyim ki, İttihat ve Terakki vatanperver bir cemiyetti. Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin bu aşağılamalarınıza hak verdirecek bir mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir. Ama vatanperverliği münakaşaların üstündedir.”
Türk ve Kürt için “iki kardeş ırk” ifadesi
Atatürk Doğu illerinin Ermenilere verilmesine veya herhangi bir yabancı idaresine geçmesine mâni olmak için Türk ve Kürt’ün birlikte mücadelesine önem verir. Bu konuda geçen Kaynak Yayınları’ndan çıkan ve Atatürk’ün söz ve yazılarını içeren KÜRTLER kitabını da okumanızı öneririm.
28 Mayıs1919’da o zamanki adı Diyarbekir olan ilin milletvekili Kâmil Bey’e Kürtlerin emperyalist oyunlara karşı dikkatli olması noktasında şunları yazar:
“Diyarbekir’de Kürt Kulübü ile Türkler arasında bazı çeşitli muhalefet varmış. Bunun her iki kardeş ırk için ne elim neticelere sebep vereceğini siz çok iyi takdir edersiniz. İdare usulü, ırkların haklarının korunması gibi arada halledilecek aile meselelerinin dış düşmanın milli haklarımızı ve bağımsızlığımızı ayaklar altına almaya başladığı bugünlerde ortaya atılmış en büyük bir hıyanet olacağına, vatanın kurtarılması için milli birliğin hedef alınması bakış açısıyla, Kürt Kulübü’ne gerekli öğütlerde bulunulmasını memleket selameti adına rica eder, neticenin yazıyla bildirilmesini beklerim.”
Yine 16 Haziran 1919’da Cemil Paşazâde Kâsım Bey’i İngiliz Himayesinde Bağımsız Kürdistan projesinin “Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plan” olduğu konusunda uyararak “Kürtler ile Türkler birbirinden koparılmayı kabul etmez öz kardeşler” der.
Bu uyarılar yerini bulur. Atatürk 2 gün sonra 18 Haziran 1919’da 1. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar’a çektiği telgrafta İngiliz himayesinde bağımsız bir Kürdistan kurulması hakkındaki İngiliz propagandasının ve bunun taraftarlarının bertaraf edildiğini yazarak “Kürtler de Türklerle birleşti” müjdesini verir.
Vahdettin’in İngilizlerle imzaladığı gizli anlaşma
Atatürk, İngilizlerle Damat Ferit’in kararlaştırıp imzaladığı, padişahın da onayladığı 12.09.1919 tarihli gizli anlaşmanın ele geçirildiğini belirtir. Anlaşmada, İngiltere’nin, “kendi mandası altında” Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını üstleneceği, İstanbul, hilafet ve saltanat merkezi olacağı ve Boğazlar İngiltere’nin gözetimine ve kontrolüne tabi tutulacağı, bağımsız bir Kürdistan kurulacağı, milli hareketin önüne geçebilmek için Türkiye’de tesis edilecek olan yarı meşruti idareye karşı tepkileri önlemek için İngiltere’nin zabıta kuvveti ayıracağı yazılıdır.
Suriye ve Irak’la Konfederasyon Planı
Atatürk emperyalizme karşı bölge milletleriyle de işbirliğine gider. Atatürk Halep’te Arap Milli Teşkilatı Başkanlığı’nın Suriye, Irak ve Türkiye’nin bağımsızlıklarını kurtaracak bir “Konfederasyon” teşkil eylemek veyahut gelecekte kararlaştırılacak tarzda bir iletişim kurmak maksadıyla birlikte hareket edilmesi talebini kabul etmiştir. Bu yönde 29 Şubat 1920’de Talat Paşa’ya mektubunda “Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra “konfederasyon” halinde birleşmek. Bu esas Araplarca memnuniyetle kabul edilmiştir.” diye yazar.
Bolşeviklerle Ortak Hareket
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme ve güdümündeki Ermenilere, Gürcülere karşı Bolşevikler ve lideri Lenin ile dostluk sağlanmıştır. Fakat Bolşevik olmak ile Bolşevikliklerle ittifak etmeyi ayrı tutmuştur. Ona göre “Bolşevik prensiplerini kabul etmek, toplumsal bir meseledir” ve “bugünün işi değildir.”
Rusları tedirginliğe sürükleyecek siyasetten de uzak durmuştur. Dahası bu noktada Enver Paşa’yı da uyarır. Enver Paşa’ya 4 Ekim 1920’de yazdığı mektupta Ankara hükümetinin “Doğu’da bir dayanak noktası temini lüzumuna kanaat getirmiş olduğundan, Bolşevik Rusya Cumhuriyeti’yle ortak maksadın teminine ait bir anlaşma yapmaya teşebbüs etmiş” olduğunu belirterek, onu “İslam memleketlerinde ortaya çıkan milli harekâtı birtakım özel teşkilata bağlamak suretiyle düzenlemek ve birleştirmek hususundaki tasavvurlar ve teşebbüsler milli davamızın kati galebesi açısından her yönüyle faydalı ve şükrana değer” bulduğu için kutlamış; ancak dizginleri “Türkiye devletinin tedbir ve siyaseti elinde bulunmak ve ileride bağımsızlık ve belki milli mevcudiyetimize karşı olabilecek diğer yabancı bir devlet ve milletin elinde emellerin oyuncağı olamamak” ve Panislamizm siyasetinin izlenmemesi gerektiği noktalarında uyarmıştır.
1 Aralık 1920’de Şark Cephesi Kumandanlığı’na yazdığı telgrafta da İngiltere’nin hilafet nüfuzunu kullanmak istediği halkların İngiltere’nin niyetleri ve Rusya ile dostluğu Panislamizm ve Turancılık siyaseti ile bozmamaları yönünde şu dikkatlerini eker.
Batı emekçileri ve sömürgeler sermayedarların aletidir
Atatürk’ün batı ve sömürge emekçileri asındaki ilişkiyi tahlili, emperyalizmin temelini oluşturan kapitalist ilişkileri ne kadar kavradığını gösteriyor. Sömürge emekçilerinin, batı emekçilerinin ücretlerini azaltmak yönünde batı ülkeleri içinde kullanıldığını net olarak tespit ediyor. Şu cümlelerinde gerek batı gerek sömürge emekçilerinin sermayedarların aleti olduğu ve birbirlerine karşı kullanıldığını görebiliriz:
“Sömürge fethi ancak sermayedarların fazla miktarda artmasından memleket dahilinde kâfi bir kâr temin etmeyen sermayelerini daha verimli bir surette nemalandırmasına ve dolayısıyla işi azalan Avrupa proletaryasını daha ucuz bir surette istihdama yarar. Diğer taraftan son zamanlarda Batı’da büyük grevler esnasında sömürgeler amelesi kullanılmaya başlanıldığından, bu suretle birçok grevler neticesizliğe mahkûm edildiği gibi, yavaş yavaş asayişi temin ve büyük şehirler proletaryasının gösterilerini dağıtmak üzere sömürgelerin askerleri kullanılacaktır. Dolayısıyla gerek Batı emekçileri gerek sömürgeler ahalisi sermayedarlar elinde yekdiğerini ezmeye yarayan bir alet halindedir.”
İşte bu noktada Atatürk, dahiyane bir siyaset izleyerek bu hakikatlerin ve Türklere yapılan seferlerin proletaryanın menfaatlerine zararlı olduğunun Batı işçisine telkin edilmesini ve sömürgelerin bağımsızlıklarının iadesi uğrunda hususundaki propagandanın artırılmasını Sovyet hükümetinden, Komünist Fırkası’ndan ve Üçüncü Enternasyonal’in İcra Komitesi’nden ısrarla talep edilmesini ister.
“Bizi Yutmak İsteyen Kapitalizm…”
Kapitalizme karşı bakışını da şöyle ortaya koyar:
“Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyece mücahedeyi (savaşmayı) uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız.”
Atatürk, bugün laiklik karşıtlarına karşı AB, ABD’den medet uman kesimlere karşı emperyalizmden hayır gelmeyeceği o zamanlar bizlere şu sözüyle hatırlatmıştır:
“Halbuki hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir.”
Suriye’yi adam yapmak isteyen Fransa, kendi “evvela adam olsun”
21/22 Aralık 1937’de Suriye Başbakanı Cemil Mardam ile yaptığı görüşmede Fransızların Alevilik meselesini ortaya attıklarını fakat Alevilerin “Türk” olduğunu savunan Atatürk Fransızlar Suriyelileri “adam yapmak” istemelerine “evvela kendileri adam olsunlar” diyerek sert çıkışta bulunur. Suriyelilerin zeki, modern ve nazik insanlar olduğunu, Fransızların terbiyesine ihtiyaçları olmadığını belirtir. Kendisinin Talat Paşa’ya “Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz” teklifinde bulunduğunu cümlelerine ekler.
Hatay meselesini Fransızları dışlayarak Suriye ile Türkiye’nin arasında çözmeyi önerir. Suriye’nin tam bağımsızlığını istediğini belirtir. Eğer Fransızlar mâni olursa Suriyelilerin ordusu olmasa bile Türkiye’nin ordusuyla Fransızlara mani olacağı ve ordunun geri çıkacağı hususunda kefil olduğunu açıklar. Suriye Başbakanına da ordu yapmasını önerir. Dahası Hatay’ı istemediğini, kendisi için Hatay’ın namus meselesi olduğunu ve Fransızlara bırakmayacağını da vurgular.
Mustafa Solak