Getting your Trinity Audio player ready...
|
Faik Bulut Araştırmacı gazeteci, yazar
Independent
Atlantik Konseyi isimli düşünce kuruluşu (Atlantic Council think tank), 1961 yılında kurulmuş olup merkezi ABD’nin başkenti Washington’da (D.C.) bulunuyor.
Uluslararası ilişkilerle yakından ilgilenen bu kuruluş, tek tek ülkelerin yanı sıra küresel gelişmeler, gidişat ve eğilimler hakkında yıllık raporlar hazırlamasıyla ünlüdür.
Sadece siyasal alanda değil; iş dünyasında olup bitenlere dair de fikirsel değerlendirme ve önermelerde bulunur, perspektifler sunar.
Farklı ülkelerde 10 bölgesel merkezi olan bu kuruluş, uluslararası ölçekte güvenlik ve küresel ekonomik kalkınmayla bağlantılı işlevsel programları planlayıp uygulamaktadır.
Aynı zamanda NATO‘nun yan teşkilatı olarak 1954’te kurulan Atlantik Anlaşması Derneği (Atlantic Treaty Association-ATA) üyesidir.
ATA’nın çatısı altındaki siyasi liderler, akademisyenler, askeri görevliler ve diplomatlar NATO’yu her bakımdan desteklemek maksadıyla faaliyet gösterirler.
Asıl konumuz, Atlantik Konseyi’nin iki faaliyet raporu olduğundan her ikisi üzerinde yoğunlaşmamız gerekecektir.
Adı geçen kuruluşun 2019-2020 dönemini kapsayan yıllık raporunun ana başlığı hayli dikkat çekicidir: Shapping the Global Future Together.
Yani: Geleceği Birlikte Şekillendirmek.
Hedeflerini gerçekleştirmek açısından, en başarılı yıl olarak tespit edilen 2019 için raporda övgü dolu bir sunum yapan bu kuruluşun aynı süre içinde gerçekleştirdiği merkezi ve bölgesel programları şu şekilde sıralanmış:
The Scowcroft Center for Strtaegy and Security: Bu merkez, bir yandan ABD ile dünyaya yönelik en önemli risk ve tehditlere karşı sürdürülebilir “tarafsız” programları geliştirmeyi; diğer yandan Amerika ile müttefikleri ve ortakları arasında işbirliğini desteklemeyi, bu arada gelecek kuşak liderlere özveriyle akıl hocalığı yapmayı esas almaktadır.
Adrienne Arshat-Rockefeller Foundatin Resilience Center: Bu merkezdeki programlar, dünya ölçeğinde irtibat halinde olduğu 1 milyon insanla birlikte, 2030 yılına kadar meydana gelebilecek iklim değişiklikleri, göç ve insan güvenliği konusunda ne tür geçici ve kalıcı tedbirler alınacağını öngörmektedir.
Bu arada daha güvenli dolaşım ile olası gerginlikler ve felaketler karşısında sorunları çözecek yöntemler bulunmasına yönelik çalışmalar yapmaktadır.
The Digital Forensic Research Laboratory: Dünya ölçeğinde “açık ve özgür toplum” gerçekleştirilmesini sağlamak maksadıyla online sistemi üzerinden şeffaflık ve hesap verilebilirlik deneyimlerini hayata geçirmeyi öngörmektedir.
Global Business&Economic Program: Küresel ekonomide yeni bir dönüşüm çağını gerçekleştirmeyi hedeflemektedir.
Global Energy Center: Enerji alanında karşılaşılan tehlikelere pragmatik çözümler bulabilmek için ortaklarla birlikte enerji güvenliğini destekleyici yöntemler bulunması amaçlanmaktadır.
Millenium Leadership Program: Yaratıcı fikirlerle birlikte değişip dönüşebilen ve dünya çapında etkisi olabilen liderliklerin ortaya çıkarılıp yetiştirilmesine yönelik bir programdır.
Adrienne Arshat Latin America Center: Latin Amerika’nın küresel ölçekteki öneminin idrak edilmesine yönelik şekillendirme ve biçimlendirme faaliyeti içindedir.
Africa Center: Afrika ülkeleriyle dinamik jeopolitik ortaklıklar kurulmasını hedefleyen destekleme maksatlı bir faaliyet merkezidir.
Eurasia Center: Avrasya bölgelerinde demokratik değerlerin ikame edilmesini, istikrar ve refah sağlanmasını esas alan bir faaliyet merkezidir.
The Future Europe Initiative: Güçlü, hırslı ve Atlantik ötesi bir ortaklığı esas alarak ilerleyip gelişebilen Avrupa oluşumunu amaçlayan bir girişimdir.
Refik Hariri Center&Middle East Programs: Ortadoğu’nun güvenliğinde ilerleme sağlanmış ve insan potansiyeline kapalı olmayan plan çerçevesinde yürütülen programlar bütünüdür.
South Asia Center: Kurumlar ve forumlar yoluyla Güney Asya ülkelerindeki karar vericiler arasında diyalog zeminini genişletmeyi esas alan bir merkezdir.
Atlantic Council in Turkey: Enerji, ekonomi, iş dünyası, göç ve güvenlik alanındaki temel konularda ABD ile Türkiye arasındaki ikili ilişkileri desteklemeye yönelik yerel faaliyet merkezidir.
İlk raporun geçmiş iki yıla dair kısmının muhtevası yukarıda özetlendiği gibidir.
Yeni dönemde (2020-2021) çıkabilecek zor görevlerle (meydan okumalar) başa çıkabilme yöntemi, bir anlamda gerçekleştirilmesi öncelik kazanan başlıca hedefler, altı başlık altında özetlenmiş:
- Büyük güçlerin içine girdikleri rekabet döneminin yönetilmesi.
- Serbest piyasa demokrasilerinin güçlendirilmesi.
- ABD’nin dünyadaki rolünün yeniden belirlenmesi ve tekrar ihya edilmesi.
- Kendi (Batı Avrupa ve ABD) kurallarına dayalı dünya düzeninin canlandırılması.
- Yükselen teknolojilerden iyi şeyler yapmak üzere yararlanılması.
- Kamu sağlığını tehdit eden gelişmeleri engelleyip azaltmak suretiyle iklim değişikliklerine karşı küresel ölçekte dayanıklılık arz edecek ve uyum sağlayabilecek ileri yöntemlere başvurulması.
Aynı kuruluş tarafından Mathew Burrows ve Robert A. Manning imzasıyla 16 Aralık 2020 tarihinde “The top ten risks and opportunities for 2021” başlığı altında yayımlanan rapora bakılırsa, 2021 yılında dünya ölçeğinde karşımıza çıkacak olan yaşamsal 10 risk/tehdit ile 10 fırsatın ana başlıkları şöyledir:
1- Yavaş ilerleyen aşılama işlem ve uygulamaları nedeniyle Kovid-19 krizi giderek derinleşmektedir. ABD, Avrupa Birliği ve Rusya’daki hafta sonu gezileri, aile ve arkadaşların bir araya gelmeleri neticesinde giderek yaygınlaşmakta, ivme kazanmaktadır.
Aşı dağıtımındaki bazı sorunlar da bu tür problemlerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu gidişle, 2021 yılında salgının önünün alınması ve asgari dereceye indirilmesi imkânsızlaşmaktadır. Uluslararası seyahatler hem kısıtlamalar hem de sıkıntılara maruz kalmaktadır.
Denizaşırı ülkelere zamanında taşınıp ulaştırılamaması yüzünden aşılama eksik kalmaktadır. Bu arada koronavirüs yaygınlaşıp mutasyona uğrayarak yapılan aşıyı da etkisiz hale getirmektedir.
2- ABD’de Cumhuriyetçilerin Senato’da çoğunluk oluşturması, Başkan Joe Biden yönetiminin önünü kesen kısıtlayıcı bir rol oynamaktadır.
Zira Çin’e karşı Tayvan’a daha fazla silah satışı yapmak, Açık Semalar Anlaşması’ndan (1992’de Doğu ile Batı blokları arasında güven ve istikrarı geliştirmek amacıyla açıklık ilkesine dayanarak Helsinki’de imzalanan) çekilmek, İran’a ek ambargo koymak gibi politikalar uygulayan D. Trump, yerine geçen Biden’e ek bütçe yükünü (455 milyar dolar) miras bıraktı.
Bir dahaki başkanlık seçimlerinde yarışacağını açıklayan Trump, önümüzdeki dört yıl boyunca Biden için bir çıbanbaşı olabilir. Bu arada Demokrat Partili ilerici kesim, Biden’a baskı yapıp sola çekmek suretiyle Başkan’a verilen ılımlı çevrelerin desteğinin geri çekilmesine sebep olabilirler.
3- Kovid-19’un sebep olduğu olağanüstü harcamalar, özellikle ekonomik anlamda yapılan masraflar, küresel ölçekte borç patlamasına yol açmaktadır. 2020’de toplam borç miktarı 15 trilyon doları buldu. Bu oranın, 2021 sonu itibarıyla küresel Gayrisafi Milli Gelir’in yüzde 365’ine denk düşmesi beklenmektedir.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Aralık 2020 itibarıyla düşük gelirli 81 ülkeye pandemi gerekçeli kredi verdi. Gelişmekte olan ekonomiler 2021 yılı sonunda borçlarını tekrar ödeyebilmek için 7 trilyon dolara ihtiyaç duymaktadırlar. Borç kapatma sıkıntıları küresel finans krizinin henüz ilk kıvılcımlarıdır.
Amerikan Kongresi’nin IMF’ye yeni kaynak temin etme konusundaki isteksizliği, G20 (Group 20) ülkelerinin büyüyen dünya kriziyle başa çıkma çabalarını boşa çıkarabilir.
4- IMF ile Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD), Kovid-19 yüzünden, ABD ve diğer ülkelerin ekonomik büyümelerine ilişkin beklentilerini aşağı çekti.
2021 yılı başındaki yüzde 2’lik büyümesinin yüzde 10’luk bir oranla kapanacağı öngörülen Çin, bu ülkelerin dışındadır. Yetersiz mali hareketliliklerin olması halinde batılı ülkelerde durum çok daha kötü olacaktır.
5- Kuzey Kore‘nin nükleer silah tersanesini geliştirmesi, medya ve Kongre tarafından sıkıştırılacak olan Biden’ı, bir şeyler yapmaya zorlayabilir.
O ise, büyük patırtı çıkarmadan ve Güney Kore ile Japonya’yı da işin içine katarak bu tehlikeli gelişmeyi önleyebilir veya caydırma yöntemlerini geliştirebilir.
6- ABD ile İran‘ın nükleer silah üretme konusunda karşı karşıya gelme ihtimali ağırlık kazanıyor.
Amerikan yönetiminin, Trump’ın tek taraflı çekildiği Nükleer Silah Anlaşması’na dönmesi Tahran yönetiminin mevcut durumundan vazgeçip geçmeyeceğine bağlıdır.
İran ile arasında az buçuk bile olsa güven tesisi için nükleer anlaşma için tekrar temas kurulabilir.
Ancak bu senaryo, kesin olmaktan hayli uzaktır.
7- ABD ile Çin, Tayvan üzerinde kapışma aşamasındalar. Geçen yıllarda Tayvan, Amerika ve Çin yönetimi arasındaki gerginlik yükselerek sürdü.
Çünkü Tayvan, Çin Komünist Partisi (ÇKP) açısından beka meselesidir. Eğer ikili sürtüşme daha ileri giderse Çin yönetimi, Tayvan adasıyla anakaradaki Çin’i birleştirebilir.
Bu, Çin’in o adayı askeri bakımdan işgal etmesi anlamına gelmez. Çin, açık bir çatışmaya girmekten şimdilik kaçınıyor.
Başvurulacak yol, kurbağayı su dolu kazana koyup altını yavaş yavaş ısıtarak kaynama noktasına getirilmesi taktiğidir.
Bu yöntem, aynı zamanda Tayvan ekonomisinin iyice kıskaca alınması demek olacaktır.
Böylece Çin, ABD’yi usul usul ikna etmeyi deneyecektir. Zira herhangi bir Amerikan müdahalesi, iki süper devletin çatışmasını tetiklemiş olur.
8- Birleşmiş Milletler (BM) örgütü, dünyayı bekleyen 50 yıl süreli en berbat gıda kriziyle karşı karşıya olduğu hususunda uyarıda bulunuyordu.
Pandemi salgını, dünyadaki besin zinciri halkalarını birbirinden kopardı. Çok sayıda insan, salgının ekonomiye verdiği büyük zayiat yüzünden aşırı yoksulluğun pençesinde kıvranıyor.
Kötü ve yetersiz beslenme sonucunda kitlesel ölümler yaşanıyor. Bu kötü ortamda korona virüs ile bağlantılı olarak yeni ölümcül hastalıklar ortaya çıkıyor.
Dünya Gıda Programı’na göre Yemen, Güney Sudan, Nijerya, Burkina Faso ahalisi açlıktan kıvranırken; Afganistan, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Etiyopya, Haiti, Lübnan, Mali, Mozambik, Nijer, Sierra Leone, Somali, Sudan, Suriye, Venezuela ve Zimbabwe gibi ülkeler ise açlığa yakın bir noktadalar.
9- Otuz yıl boyunca büyüyüp yaygınlaşmakta olan ve açlık çemberinin dışında kalabilen orta sınıfın gelişmesi artık sona ermiştir.
Bu tabaka mensubu milyonlarca insan, 2021 sonuna kadar durumunu düzeltecek güçlü bir destek görmediği takdirde tehlikeli bir noktaya ulaşacaktır.
Uzmanlara göre yarım yüzyıllık süre içinde çeşitli ülke ekonomileri giderek küçülüp daralacaktır ki, küçülen (yoksullaşan) orta tabaka mensubu sayısı sadece Latin Amerika’da 52 milyondur.
Dünya Bankası öngörüsüne bakılırsa, 2021 yılı sonunda 150 milyon insan daha aşırı açlıkla karşı karşıyadır. Bunların günlük geçim masrafı, 1.90 Amerikan dolarından daha azdır.
Tarihsel açıdan bakıldığında orta sınıfın erimesi siyasi istikrarsızlık, demokrasilerin gerilemesi ve büyük çatışmalar demektir.
10- “Türkiye’de zuhur eden Yeni Osmanlıcılık, gemi azıya almış gidiyor. Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye; artarak devam eden otoriter, İslamcı ve yayılmacı politikaları doğrultusunda ya askeri müdahalelerde bulunmakta ya da Somali, Katar, Libya, Irak, Suriye ve Balkanlara asker göndermektedir.
Ankara yönetimi; Suriye, Libya ve Azerbaycan’da Rusya ile karşı karşıyadır. IŞİD’e karşı çatışan ABD müttefiki Kürtlere saldırmaktadır.
Türkiye, NATO için tehdit oluşturan Rusya yapımı S-400 hava savunma sistemini alarak Amerikan yönetiminin yaptırımına maruz kalmıştır. Doğu Akdeniz’de dolaştırılan gemileriyle kışkırtıcılık yapması; bazı Arap ülkelerince tehdit olarak algılanmaktadır…
Ankara’nın birçok cephede süren iddialı askeri faaliyeti daha fazla çatışmanın kıvılcımı mesabesinde olup, NATO içinde bir hesaplaşmaya kadar gidebilir.”
Kanımca, buraya kadar yapılan belirlemede dikkat edilmesi elzem olan noktalar şunlardır:
Bahsedilen 10 riskin tespiti ve altının doldurulup gerekçelendirilmesi, tamamen Amerika merkezli ve Avrupa (hatta Batı) eksenli bir bakış açısıdır.
Onların küresel öncelik ve ihtiyaçları, Ortadoğulu, Asyalı ve Uzak Doğulu ülkelerinkiyle aynı değildir.
Dolayısıyla tanım ve gerekçeleri noktasında da Rusya, İran, Çin gibi ülkelerdeki değerlendirmelerden farklı olabilir.
Diğer bir konuysa raporda saptanan 10 risk/tehdidin, Amerika-Avrupa-NATO’nun bakış açısını yansıtıyor olmasıdır.
Oysa bunların bir kısmı Rusya, Çin, İran ve bazı Latin Amerika ülkeleri açısından tehdit sayılmayabiliyor.
Aynı şekilde, saptanan 10 risk ve tehlikenin dışındaki gelişmeler, öngörülen tespitlerin yeterli ve kapsayıcı olmadığını da açığa çıkarabiliyor.
Mesela Biden, demokrasi ve hapsedilen muhalif Aleksey Navalni bahanesiyle Putin‘i “katil” diye tanımlayarak Rusya’ya karşı mücadele bayrağını açtı.
Aynı Biden, 22-23 Nisan’da ABD’nin sanal alemde ev sahipliği yapacağı iklim zirvesi için aralarında Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan, V. Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’i de davet etti.
Şi Cinping daveti hemen kabul ederken, Putin ‘bakarız’ diyerek şimdilik soğuk bir yanıt verdi.
18 Mart’ta Alaska’da bir araya gelen ABD ve Çin dışişleri bakanları, insan hakları ihlali konusunda birbirleriyle atıştılar.
Çinli Bakan, bundan böyle ikili ilişkilerin eşitsiz gitmeyeceğini vurguladı.
Ukrayna meselesinde ise NATO ile Rusya arasında sözlü sataşmalar ve uyarılar artıyor.
Ayrıca ABD ile Çin arasındaki esas sürtüşme konusu Tayvan değil; daha çok uluslar arası alandaki ekonomi-ticaret-yüksek teknoloji ağırlıklı amansız rekabettir.
Çin, ABD’nin Hindistan ve Pasifik bölgesinde kendisini kuşatma girişimleri karşısında, 31 Mart’ta İran ile yaptığı 25 yıllık ve 400 milyar dolarlık stratejik ortaklık anlaşmasıyla Biden’a meydan okumuş oldu.
Özetle ABD ile rakip görülen büyük devletler arasında sadece sert kapışma ve mücadele değil; zaman zaman uzlaşma ve daha sakin rekabet de söz konusudur.
Daha da önemlisi, Amerika ve NATO menfaatleri doğrultusunda küresel serbest piyasa düzeni kurmayı tasarlayan bu düşüncelerin, yüz milyonlarca halkı barındıran geri bıraktırılmış ve sömürülen ülkelerin müzminleşmiş dertlerine deva olması düşünülemez.
En iyi ihtimalle sadre şifa kabilinden geçici önlemler olabilirler.
Öyle ya da böyle, yukarıdaki gelişmelerle ilgili alınacak kararlar ve uygulanacak politikalar, bizim gibi toplumların hayatını olumlu veya olumsuz açıdan etkileyebilecek kadar hayatîdir.
Rapordaki “kötü haberler” bunlardı.
Raporu hazırlayanların “iyi haber” kabilinden belirleyip “10 fırsat” adı altında sunduğu gelişmeler de ayrıntılarıyla yazılıp gerekçelendirilmiştir.
Ancak ben, bunları riskler/tehditler kadar önemsemediğim için, kısa cümleler halinde özetleyeceğim.
Fırsatlar için ana başlıklar:
1- Dünya Ticaret Örgütü, yeni bir canlanma ve dirilme denemesinde. Hem idaresinde hem de bünyesinde yeni reformlar öngörülüyor.
2- Yaşadığımız 21’nci yüzyılda çok yönlü ilişkiler tekrar güncelleniyor. Mesela Biden yönetimi, Trump devrinde çekildiği uluslararası kuruluşlara iştirak etme kararı almış. Birleşmiş Milletler sisteminde yapılan reform niteliğindeki değişiklik sonucu ABD’nin liderliğinin yenilenmesi için de fırsat doğmuş vs.
3- ABD ile Rusya karşılıklı çıkarlar temelinde ilişki kurma yolundalar…
4- Sünni ağırlıklı Arap ülkeleriyle (Mısır, Ürdün, Moritanya, Katar gibi) İsrail arasında varılan işbirliği anlaşmalarına yeni devletlerin (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan, Fas, vs) katılmasıyla saflaşmanın hem kapsamı genişliyor hem de ilişkiler daha bir derinlik kazanıyor.
Bu saflaşma, Amerika’nın da teşviki ve desteğiyle İran’a karşı ortak bir cepheye dönüşüyor.
5- ABD, Transpasifik (Pasifik Ötesi) devletlerle ortaklığın başını çekiyor. Eski Başkan Obama devrinde başlatılmış olan Pasifik bölgesindeki devletlerle ekonomik ve askeri ağırlıklı ortaklıklar kurma projesi, Biden yönetimi tarafından yeniden gündeme getirildi.
21’nci yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren dünyadaki ticari ve çok boyutlu rekabetin odağı haline gelecek bu bölgede, giderek büyüyüp gelişen ve ekonomik süper güç haline gelmekte olan Çin’in Pasifik bölgesindeki askeri, mali ve iktisadi faaliyetlerinin önüne geçmek; Hindistan, Vietnam, G. Kore, Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerle “Çin Ejderhası”nı durdurup kuşatmak maksadıyla Asya-Pasifik eşgüdümlü barikat kuruluyor.
6- ABD ile müttefikleri, uluslararası ölçekli dijital yönetişimin altyapısını oluşturmaya hazırlanıyorlar. Mevcut durumda Avrupa Birliği, ABD ve Çin’in başını çektiği üç farklı internet ağ sistemi bulunmaktadır.
“İnternet egemenliği”ne (internet sovereignty) doğru evrilen bu gelişme, Biden yönetimi açısından internetin Balkanlaştırılması (internet ağının parçalanması) demek olup, “büyük tehlike” sayılmaktadır.
Dolayısıyla gerek G5 teknolojisi gerekse e-ticaret gibi konularda tehlikede sayılan Amerikan liderliğini koruyabilmek maksadıyla Avrupa Birliği, Meksika, Kanada, Japonya, Avustralya ile varılan anlaşmalara yenilerini ekleniyor. Böylece Çin’in bu alandaki atılımını önlenmesi planlanıyor.
7- Çin, ABD, AB ve diğer ilgili devlet yönetimleri arasında yapay zekâ (artificial intelligence-AI) üretme konusunda sadece rekabet esas alınmayacak.
Bazı ahlâki kurallar ve ilkeler gereği, bu konuda üretim yapan ülkeler arasında eşgüdüm ve işbirliği de sağlanmış olacak.
Bu tür üretim sistemini belirleyecek olan standart ve normlar, ilgili devletler tarafından ortaklaşa belirlenecek.
8- Petrol ekonomisi sonrasında enerji depolaması (stoku/yedeklenmesi) için hazırlanmış “Manhattan Projesi” söz konusudur.
Pil, batarya, akü gibi enerji depolayıcı sistemlerin daha ucuza mal edilerek üretilmesi, henüz maliyetli bir ürün sayılan elektrikle çalışan arabaların daha makul fiyatlarla pazarlanabilmesi, bu arada güneş ve rüzgâr enerjisinden yararlanma yollarının genişletilmesi; bu tür enerjinin depolanıp lazım olduğunda kullanılması alanında yeni bir atılım planlanıyor.
9- Küresel ölçekte korona virüs aşısı geliştirilip yaygınlaştırılıyor.
10- Çin’e karşı durabilmek için (ileri ve yüksek) teknoloji alanında Transatlantik (Atlantik ötesi) ülkelerle ABD arasında işbirliği yenileniyor.
Burada dikkatinizi önemli bir noktaya çekmek durumundayım: İster “kötü haber”, isterse “müjdeli haber” bölümündeki toplam 20 tespitin gerekçelerine ve satır aralarına bakıldığında ABD’nin dünya çapında gerilediğini, liderliğini yavaş yavaş kaybetmek üzere olduğunu ve Rusya ile Çin’in ama özellikle bu ikincisinin küresel alanda liderliğe doğru hızlı hamleler gerçekleştirdiğini görebiliyoruz.
ABD’nin bütün gayreti ise, elinden kaçmakta olan dünya gemisinin kaptanlığını, yeniden ele geçirmektir. Bu nedenle gerek tek başına gerekse müttefikleriyle birlikte karşı atağa geçme hazırlığı yapmaktadır.
Aslına bakılırsa Amerika’nın gerileme ve liderliği kaptırma meselesini bir veya birkaç yıllık gibi kısa vadeli değil bir süreç olarak düşünmek lazım. Amerika’nın hemen çöküşe gideceği, ellerini kaldırıp teslim olacağı gibi indirgemeci bir sonuca ulaşmadan önce daha derinlikli ve ayrıntılı değerlendirmelere gerek vardır.
Çok daha önemlisi, ABD bu gerileme sürecinde bile olmadık ölçüde, özellikle devasa askeri gücüne dayanarak karşı hamle ve ataklar yapmaktan geri kalmayacaktır.
Bunlar da barışçıl olmaktan ziyade maliyetli ve küresel alanda herkesi olumsuz etkileyebilecek kadar sert ve vahim sonuçlar doğurabilirler.
Amerikan merkezli raporlar, burada sona ermiyor. Bir üçüncüsü daha var. Şöyle ki: Küresel Stratejiler Araştırmalar Merkezi (KÜRESAM) sitesinin “analiz” bölümünde Rand Corporation’un 2021 Yılı Ortadoğu Raporunda “Suriye ve Kürtler” başlıklı bir haber-yoruma yer verildi.
Biz, bazı paragraflar alıntılamakla yetineceğiz. Önce, KÜRESAM’ın sunuma bakalım:
ABD merkezli düşünce kuruluşu Rand Corporation, Biden yönetiminin talebi üzerine ‘Orta Doğu’da ABD Stratejisini Yeniden Tasarlamak’ ismiyle çok kapsamlı bir rapor hazırladı. 187 sayfalık raporda Türkiye, İran, S. Arabistan ve İsrail’i de kapsayan önemli saptamalar yapılmış. Raporda, Obama devri dâhil olmak üzere özellikle Trump döneminin ‘Ortadoğu politikasına yönelik önemli eleştirilere de yer verilmiş ve önümüzdeki süreçte nasıl bir strateji izlenmesi gerektiğine dair bir kısım önerilerde veya tavsiyelerde bulunulmuş… Raporda Suriye iç savaşının yarattığı göçün trajik durumuna da dikkat çekiliyor. Biz, bu analizde daha çok Suriye politikası üzerinde duracağız…
Şimdi de Rand Corporation raporundan alıntılanan bazı değerlendirmeleri izleyelim:
…Savaşın önemli bir ikincil etkisi, 2015 yılında bir milyondan fazla Suriyelinin Avrupa’ya kitlesel olarak göç etmesiydi. Bu durumda Avrupa’da popülist partilerin, göçmen karşıtı politikaları kullanmaları seçimlerin sonuçlarını etkiledi. Öyle ki, Avrupa Birliği’ni neredeyse ikiye böldü…
AB içerisinde ciddi bir sosyopolitik sorun haline gelen bu durum, Türkiye-AB ilişkilerinde belki de en zayıf halkayı oluşturuyor. Ankara’daki iktidarın sık sık, ‘Suriyeli göçmenleri AB ülkelerine gitmeleri için teşvik ederim’ şantajı, Brüksel’de nispeten etkili oldu/oluyor.
Sürekli tavizler vermek zorunda kalan AB yöneticileri mültecilere yardım amacıyla Ankara’ya para aktararak sorunu çözmeye çalışıyorlar.
AB Liderler zirvesinin toplantısında doğrudan Suriye’ye yönelik önemli yatırımların tartışılmaya başlanması, aynı zamanda Türkiye’nin Suriye kartına karşı bir hamle sayılabilir.
Rapor şöyle devam ediyor:
ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı konusundaki tereddütleri, Suriye’nin doğusundaki durumu olumsuz yönde etkiledi ve ABD’nin müttefik olarak güvenilirliği konusunda şüphe uyandırdı.
ABD destekli SDG (Suriye Demokratik Güçleri), IŞİD’i Suriye’nin doğusundan çıkarmak için altı yıllık zorlu ve kanlı bir kampanyayı bitirmeden önce bile, Başkan Trump, SDG’yi destekleyen ABD danışma güçlerini geri çekme niyetini açıkladı.
Uyarılar sonrasında güçlerin tamamımın geri çekilmesi durduruldu. 2020’nin sonlarına doğru Suriye’nin doğusunda ve güneyinde yaklaşık 700 asker kaldı. Böylelikle Trump’ın istikrarsız Suriye politikası, ABD’nin etki alanını ve güvenirliğini sarstı.
ABD, tüm güçlerini Suriye’den çekme niyetini defalarca açıklayarak bölgeye ilgisinin azaldığının sinyalini verdi. Ancak ani bir geri çekilmenin, IŞİD’i yerinden etmeye çalışan SDG’nin çabalarını baltalamaya yönelik olabileceği ve başarılı askeri operasyonlardan elde edilen kazanımları kaybetme tehlikesi taşıyacağı uyarısıyla karşılaştı…
Trump’ın yaptığı açıklamalar, SDG denetimindeki bölgeleri, Türkiye tarafından desteklenen cihatçı güçlerin açık hedefi haline getirdi ve onların bahsi geçen bazı bölgeleri ele geçirmelerine yol açtı.
Rojava (Kuzey Suriye) konumuna da değinen raporda şu ifadeler yer alıyor:
Suriye’nin kuzeydoğusundaki 2000 yabancı IŞİD savaşçısı dâhil olmak üzere binlerce üyesi kamplarda bulunuyordu. SDG, bunları tek başına kontrol edemezdi. 9 bin Iraklı ve Suriyeli IŞİD militanından oluşan bir başka grup da SDG’nin kontrolü altındaydı. SDG, bir kısmını, kendi inisiyatifiyle yerel Suriyeli aşiretlere teslim etmek zorunda kaldı…
Trump’ın ABD’nin Suriye’den çekileceğini açıklaması, özellikle IŞİD’in yeniden aktifleşmesine nesnel bir zemin hazırladı.
IŞİD tutuklularının bu çözülmemiş ve tehlikeli durumuna ek olarak, Suriye’nin kuzeydoğusunda kalmasına karar verilen küçük bir ABD birliği, Suriye rejiminin bölge üzerinde kontrol sağlamasına yardımcı olmak için bölgeye taşınan Rus kuvvetleriyle sürekli artan çatışmalarla karşı karşıya kaldı.
ABD hükümeti daha sonra, bölgede kalan ABD birliklerini korumaya yardımcı olmak ve IŞİD’in petrol sahalarının kontrolünü yeniden ele geçirme çabalarını karşı bazı zırhlı birliklerini Kuzeydoğu Suriye’ye gönderdi…
Raporda önerilen önlemlerden üçüne bakalım:
“Bir: Savaşın neden olduğu insani acıyı hafifletmek için ABD, insani yardımı sürdürebilir ve gerektiğinde artırabilir. Muhalefetin son kalesi olan İdlib’den büyük bir mülteci çıkışı olasılığını en aza indirmek için Türkiye’yi devreye sokabilir. Bir milyon yerinden edilmiş insan, zaten tıka basa dolu bu bölgede (İdlib) toplanmış durumda. Birleşmiş Milletler, Rusya’nın ve Çin, Türkiye-Suriye sınırındaki tek bir insani erişim noktasıyla sınırlamayı kaldırmak için diplomatik baskıyı artırılabilir.
İki: Suriye’nin kuzeydoğusundaki SDG’yi destekleyen ABD varlığı, SDG’nin çoğunluğa sahip olduğu ve sınırlı özerklik kazanma umuduyla Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ilan ettiği yerlerde uzun vadede istikrar sağlama umutlarını desteklemesi gerekir…
ABD’nin Suriye’de etkili bir politika oluşturmak için ‘SDG ile ittifak kurmaya devam edeceğini ve askeri olarak desteklemeyi sürdüreceğini’ açıklamış olmas,ı yeni dönem stratejinin yönünü belirlemektedir. Bu politika, Şam üzerinde baskı kurmak için önemlidir… Cenevre görüşmelerinde SDG’nin sürece dâhil olması için ABD Dışişleri Bakanlığının, BM Güvenlik Kurulu nezdinde bir kısım girişimlerde bulunması, ABD’nin Ortadoğu-Suriye politikasının yönü bakımından bir fikir veriyor.
Üç: ABD Dışişleri Bakanlığı, IŞİD’in yeniden kurulmasına izin verecek kitlesel bir hapishane kaçışının felaket senaryosunu önlemek için IŞİD tutuklularının ülkelerine geri gönderilmesi konusunda ilgili ülkeleri ikna etme çabalarını artırabilir. IŞİD’in bölgedeki varlığı halen tehlike oluşturacak biçimde devam ediyor. IŞİD militanlarının önemli bir kesimi, SDG kontrolünde bulunan bölgede bulunuyor. Tutuklular da SDG’nin denetiminde olan hapishane ve kamplarda tutuluyor. IŞİD ile mücadelede SDG’nin desteklenmeye devam edilmesi bir bakıma zorunluluktur.”
KÜRESAM, buradan hareketle şöyle bir çıkarsama yapıyor:
ABD’nin Suriye politikasında Kuzeydoğu Suriye’yi kontrol eden SDG ile kuracağı ilişki veya ittifak son derece önemlidir. Sorun sadece IŞİD’in tasfiyesi değildir. Esasen Suriye üzerinden yürütülen rekabet ve savaşın arka planını Doğu Akdeniz stratejisinden İran’a yönelik politikalara kadar kapsamlı bir alanı oluşturuyor. Burada kilit rolü Kürtler oynuyor. Bölgesel gelişmeler bunu doğrular niteliktedir.
Meraklısına iki farklı not:
*1958 tarihiyle Ankara’da Avni Çeviker tarafından basılmış olan “Hür Cezair” isimli kitap, o vakit henüz devam etmekte olan Cezayir Bağımsızlık Savaşı münasebetiyle Türkiye’den bazı şahsiyetlerden yazıları de ihtiva etmektedir. Bunlar ünlü şair Ahmed Arif, Hatay Milletvekili İhsan Ada, Ankara Milletvekili Bülent Ecevit, Yenigün gazetesi başyazarı ve dönemin CHP kurmaylarından Cihad Baban’dır.
Ahmed Arif, o tarihte Cezayir’deki Fransız sömürge yönetimi tarafından ölüme mahkûm edilen direnişçi Cemile Buyrad’a bir dünya görüşüne ve vicdanına uygun bir mektup yazmış. Bir kısmını alıntılıyorum:
Bir adını biliyorum, bir de yaşını… Yüzünü görmedim ya, sen yaşta kız kardeşim var. Mutlak ona benzersin. Başkaca düşünemem. Sen, Cezair’den bir can’sın, ben Türkiye’den. Ayrı suların, ayrı toprağın çocuklarıyız ama kardeşiz.
Ben, bu kahrolası yazıya oturanda senin idamın için hazırlıklar yapılıyordur. Karşında Lejyon’dan bir manga… Dünyamızı, hayatı, bir solucan kadar olsun, anlamaktan, sevmekten korkanların mangası.
Onlar hep öyledirler. Silâhı, insan avını, zulmü severler. Kim bunlar? Kimlerin soyundan inip gelirler? Aklım duracak…
Belli ki ömürlerinde bir sefer olsun bir çocuk, bir çiçek, bir türkü sevmemişler. Namusla, yürekle, alın akıyla, seven bir kadının koynuna girememişler. Mertlik, can saygısı, dünya sevdası, bir lâhza bile yüreklerine konuk olmamış.
Ve hiç utanmadan da İncil-î Şerif’i kitâb bilirler. Oysa yaptıklarının hiçbir kitapta yeri yok! Onlar ki her cihanda da yüzleri kara!..
Karşında bir manga. Ölüm mangası. Parayla, yalan – dolanla, o murdar korkuyla aldatılmışlar.Bundan ötürü küstah, bundan ötürü zâlim… İncecik, tazecik, çocuk kolların, arkadan bağlı…
(Yazının kaynağı için bakınız;
BİA Haber, 24 Nisan 2020,
Cemile Buhayrad Cezayir Bağımsızlık Savaşında Ölüme Giderken
Ahmed Arif)
Cezayirli direnişçi kadınların hikâyesi, 14 Mart 2021 tarihinde, bu gazetede benim imzamla yayımlanmıştı.
Bu eski dayanışmadan haberim yoktu. Şimdi paylaşarak, bu eksiği telafi ediyorum.
*Hasan Reşit Tankut‘un Türkiye’deki Kürtler ve Aleviler hakkında devlete sunduğu asimilasyon amaçlı raporlarda Arap Alevilerine (Nusayrilere) dair önerilerden bahsetmiştim 21 Mart 2021 tarihli makalemde.
Almanya’da yaşayan Arap Alevi ailesine mensup bir okuyucum, yazımdan sonra şu notu göndermiş:
Annem anlatmıştı: 1940’ların başına kadar Adana ve Mersin yöresindeki Arap Alevilerinin nüfus hüviyet cüzdanlarında ‘Eti Türkü’ ibaresi yazılıymış. O vakit Hatay, henüz Türkiye’ye ilhak edilmemişti. Sonra ne olduysa, o kimlikleri topladılar. Dayım, bu olayı, kara mizah kabilinden eleştirip ‘Eti’ gitti, ‘Türk’ kelimesi kalıverdi demişti.
Bununla yetinmeyip Hatay’da avukatlık yapan Hatice Can’a sordum. Onun anlatımına göre, daha önce konuşup sohbet ettiği yaşlı kuşaktan Arap kökenli (Alevi veya Sünni) kimseler, kimlik meselesinde “Biz, Eti Türküyüz” diyorlarmış.
Benim açımdan haber değeri taşıyan yeni bilgi olduğundan, okuyucuyla paylaşmak istedim.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
©