Getting your Trinity Audio player ready...
|
Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı’nın yeni yayınlanan “Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi” kitabında Elmacı, 1910’da tanışmalarından, Sivas Kongresi esnasındaki döneme kadar Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi (Abalıoğlu) ilişkisini ele alıyor. Bu ilişki Yunus Nadi’nin yazıları üzerinden okuyucuya sunuluyor.
Elmacı, Yunus Nadi’nin, Atatürk’ten “basında ilk söz eden kişi” olduğunu belgelerle ortaya koyuyor. Sonrasında da Yunus Nadi’nin, Atatürk’ü kamuoyuna tanıttığını bizlere gösteriyor.
Mustafa Kemal Atatürk, ilk olarak 1911’deki bir haberle tanınmaya başladı. Selanik’te Yunus Nadi tarafından çıkarılan, İttihat ve Terraki Cemiyeti’nin yayın organı da olan Rumeli gazetesinde 17 Mayıs 1911 tarihli bu ilk haber, ziyafetle ilgiliydi. Selanik’te Harp Okulu öğrencilerinin yüzbaşılığa yükselmesi nedeniyle yemek verilmişti. Sonrasında da Mustafa Kemal ve sınıf arkadaşları toplantı yaparak fikirlerini paylaşmışlardı. Yunus Nadi, bu toplantıda Atatürk’ün “askerin siyasete karışmaması yönündeki” konuşmasını ele alarak aynı fikri paylaştığını belirtmiştir.
Basındaki bu ilk haber, Atatürk’ün halk tarafından da tanınmaya başlamasını sağlayacaktı. Yunus Nadi, devamında Trablusgarp Savaşı’nda, 1912 yılının Mayıs ayında “Şehbal” adlı dergide Atatürk’e fotoğraflarıyla birlikte yer verecekti. S.61
Trablusgarp Savaşı’ndan sonra Atatürk, Sofya’ya askeri ateşe olarak atanmıştı. Tasfir-i Efkar gazetesi, “Bulgaristan’da beş altı ay esir kalmış bir arkadaşımız” olarak isim vermeden belirttiği bir kişinin yazılarına dizi halinde yer vermişti. Mehmet Emin Elmacı “Yunus Nadi tarafından bu gazetede yayımlandığının, dönemin gazetecileri tarafından da bilindiğini göz önünde tutarsak, bu yazının Mustafa Kemal’e ait olduğunun ciddi bir şekilde düşünülmesi” gerektiğinden bahsediyor; dahası “bunun da ayrı bir çalışmayla ortaya konması gerektiği kanısındayız.” sözüyle de tarihçilerimizin önündeki bir görevi hatırlatıyor. (s.82)
Yunus Nadi’nin, Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki başarılarını da kamuoyuna göstermeye gayret ediyor. 29 Ekim 1915’te, “Atatürk’ün basındaki ilk fotoğrafı” olarak bilinen Tesvir-i Efkar gazetesindeki fotoğrafı yayımlanmıştı. Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı bu noktada şunu belirtiyor:
“Fotoğraflı haberin değeri çok büyüktü; zira Mustafa Kemal’in Çanakkale’deki başarısından sonra ilk fotoğrafı 28 Ekim 1915’te Donanma Mecmuası’nda adı geçirilmeden kullanılmıştı. Yunus Nadi’nin başyazar olduğu Tesvir-i Ekfar ise bundan bir gün sonra, Mustafa Kemal’in fotoğrafını hem adını vererek hem de özel haberleriyle birlikte kullanmış olacaktı.” (s.84)
Gerçekten de Enver Paşa nedeniyle başarıları sansürlenen Atatürk’e, Yunus Nadi’nin adı vererek ve geniş bir şekilde yer vermesi, Samsun’a çıkarken Türk milletinin, Atatürk’ün liderliğini kabul etmesinde önemli rolü olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında, “Yeni Gün” gazetesinde, dünyanın önemli komutanlarının tanıtıldığı bir yarışmada, Atatürk’e 1918 yılının Eylül ayında ilk kez bir “hal tercümesi”, yani onun hayatı, fotoğrafıyla birlikte yer verilecekti. 26 Eylül tarihli sayıda Mustafa Kemal Paşa’nın silueti vardı ve altındaki yazıda da okuyucularına “Kimdir?” sorusu yönetilmişti. Gazete, 10 Ekim 1918’de gölgesini verdiği Mustafa Kemal Paşa’nın gerçek fotoğrafını yayımlamış ve altında da geniş olarak Mustafa Kemal Paşa’nın hayat hikayesini okuyucularına sunmuştu. 101-7
Sayın Elmacı, kitapta “Hukuk-u Beşer” gazetesinin komutanlara yönelik hakaret ve iftirasından dolayı Atatürk’ün verdiği sert yanıtına yönelik çeşitli yayınlardaki iki önemli yanlış bilgiyi de şöyle alıyor:
“Bunlardan birisi, bu yazının yazıldığı Hukuk-u Beşer gazetesinin sahibi olarak Mevlanzade Rıfat’ın gösterilmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın sert yazısı nedeniyle de yine aynı kişinin Paşa’ya dava açmasıdır. Diğeri ise, yine Mustafa Kemal Paşa’nın bu sert dilekçesine rağmen gazete hakkında hiçbir işlem yapılmadığı iddiasıdır. Hem bu kişinin Mevlanzade Rıfat olduğu hem de gazeteye bir ceza verilmediğini ilişkin iddialar, ilk kez 1961 yılında Sadi Borak tarafından dile getirilmiş ve tüm diğer eserler de aynı iddiaları, dönemin basını taranmaksızın tekrarlamışlardır.
Gerçekte ise Hukuk-u Beşer gazetesinin, hakaret edici yazısını yazdığı 24 Mart tarihinde sahibi Mevlanzade Rıfat değil, Ali Sacit Bey’dir. Ayrıca ‘Mustafa Kemal’in bu dilekçesinin dikkate alınmadığı’ şeklindeki bilgiler de araştırmalarımıza göre doğru değildir; zira Hukuk-u Beşer ertesi gün kapatılmış ve bir hafta tatil edilmiştir. Ayrıca, Ali Sacit Bey bu yazıdan dolayı üç gün sonra Divan-ı Harp’e verilmiştir.” (s.144)
Kitapta Yunus Nadi’nin hapsedildiği Bekirağa Bölüğü’nde “üç gün çok önemliydi” dediği zamana kadar süreçte kamuoyunda pek bilinmeyen Atatürk’ü nasıl takip ettiğini görüyoruz. Üç gün; Atatürk’ün Samsun’a varmak üzere yola çıktığı 16 Mayıs 1919’dan, 19 Mayıs 1919’a kadar süren üç gündü. Atatürk Nutuk’ta “milli bir sır” gibi dese de aslında Şükrü Kaya’yı araştırırken de tespit ettiğim üzere Bekirağa Bölüğü’nde işgalcilerin tutukladığı aydınlara amacını sezdirmişti. Atatürk’ün milli mücadeleyi başlatacağını bilen Yunus Nadi de bu üç günü büyük bir kaygıyla geçirecekti.
Atatürk, Samsun’a çıktıktan sonra, Sivas Kongresi’nden sonra İstanbul Hükümeti ile Atatürk arasında iletişimi sağlamada Yunus Nadi’ye önemli görev düşecektir. 6 Ekim 1919’da Harbiye Nazırı Cemal Paşa, Yunus Nadi’den Atatürk ile anlaşmakta zorluk çekildiğini belirterek aracı olmasını istemişti. Sonrasında bu iletişim telgraf aracılığıyla sağlanmıştı. (s.155-156)
Yunus Nadi, 15 Ekim 1919’da Yeni Gün’de Atatürk’ün 1917’deki Halep Raporu’nu yayınlar. Raporun yayınlanmasının, “İttihatçı” iddiasıyla Atatürk ve milli mücadele önderlerinin itibarsızlaştırılması kampanyasının etkisini kırmak yönünden önemi büyüktür.
Atatürk’ün kamuoyuna tanıtılması ve dolayısıyla Türk milletinin O’nun liderliğinde mücadele vermesinin arkaplanını anlamak açısından Mehmet Emin Elmacı’nın bu araştırması önemlidir. Kitapta Yunus Nadi’nin bir dönem yakın fikirde olduğu İttihat Terakki iktidarında, sonrasında İtilafçıların iktidarında ve İstanbul’un işgalinde bile Atatürk’ü kamuoyuna tanıtmaktan çekinmeyecek kadar cesur ve açık sözlü bir gazeteci olduğunu da görüyoruz. Yunus Nadi, güvenli mevzilerden kalemini kullanmıyor. Zaten bu yüzden de Bekirağa Bölüğü’ne hapsediliyor, gazeteleri sansürleniyor, kapatılıyor.
Ben de “Atatürk ve Ayasofya” adlı kitabımı hazırlarken (bu arada kitabıma katkı sunan Mehmet Emin hocama teşekkürlerimi belirteyim) Yunus Nadi’nin açık sözlülüğüne rastlamıştım. Ayasofya müzeye dönüştürülürken “Türkler Ayasofya’nın kubbesini süsleyen mozayıkları badanalayarak ortadan kaldırmışlardı” diyecek kadar eleştirilere aldırmadığını ortaya koyuyor; dahası “Artık Ayasofya dini bir mabet olmaktan ziyade insani ve tarihi bir abidedir.” diyordu.
Titiz bir araştırmanın ürünü olan kitap, Atatürk’ün kamuoyuna ne zaman tanıtıldığı hususundaki sis perdesinin kaldırılmasına katkı sunuyor. Sayın Elmacı’nın emeğine sağlık. Kitabın okuyucusu bol olsun.