Hayatımızın Koreografisi Biz Değiliz

Getting your Trinity Audio player ready...

Özden İLHAN 

Sonbahar, artık kendini iyice göstermeye başlamıştı. Kısalan günler, sararan yapraklar, yağan yağmurlar ve esen serin rüzgârlar ile kendini göstermişti. Tabiat, bizi kışa hazırlıyordu. Cansu pencerenin önünde omuzlarını cama dayadı. Etraftaki ağaçlara göz gezdirdi. Öğleden sonra başlayan yağmur, gece yarısına doğru şiddetlenmiş, daha sonra hafiflemişti. Yerlerde su birikintileri oluşmuştu.
Sonbahar, birçok sanatçıya, şaire ve yazara ilham kaynağı olmuştur. Şiir ve romanlara değil, aynı zamanda şarkılara da esin kaynağı olmuştur. Bazıları için sonbahar, hazan başka değişle, hüzün mevsimi olarak hissedilir.
Kuruyan yaprakların savrulduğu sonbaharda, dalından düşen yaprak, kimine göre bir ”son” olarak görülür. İnsana “ölümü” hatırlatır. Kimine göre, düşen her yaprağın yerine yenisi yeşereceğinden ”sonun başlangıcı” olarak değerlendiriliyor.
Önemli yazarlarımızdan Reşat Nuri Güntekin bir memur ailesinin, her şeye rağmen değerlerine nasıl tutunmaya çalıştığını anlattığı hüzünlü kitabın adı “Yaprak Dökümü” ismi, sonbaharı çağrıştırıyordu.
Şarkılar, “hüzün, ayrılık, yaşamın son anı ”vurgusunu yapsa da Cansu ,”sonbaharın güzelliklerine haksızlık yapılıyor “ diye düşündü. Doğa, mutsuz olmamız için hiç bir zorluk yaratmamıştır. Tüm engeller, ön yargılar bizim içimizdedir. Çeşitli ağaçların döktüğü yapraklar, sarı ve kızılın tonlarına hakim olmakla birlikte, beyazın sarıyla, kahve renginin kızılla kaynaşmasıyla ile sonbaharı görsel şölene dönüştürüyordu.
Cansu, iki haftadır arkadaşlarını görmüyordu. Hafta sonu bir kez Mehmet’le buluşmuştu. Eve dönüşte hep kendi kendine söylendi. Bu Adam hep kendinden söz ediyordu. Kendisinden farklı düşünceye saygı göstermiyordu. Tüm sevimliğiyle itiraz ediyordu. Murat duysa bana sinirlenirdi. “Yalnız olmam, onunla çıkmam için bir neden olmamalıydı. Bir an önce bunu Mehmet’te anlatmalıyım. Mehmet’tin mesajlarına, soğuk cevaplar vererek, “yavaşça uzaklaşsam çok iyi olur. ” düşüncesini onaylar gibi, başını salladı.
Perşembe işten eve geldi. Yemek masasını kurarken, telefonuna mesaj geldi. Önemli bir mesaj beklemediği için bakmadı.
Babası bir kadeh rakısı içerken, anıları anlatarak hikayeleştirmesi, Cansu’nun çok hoşuna gidiyordu. Bir ara mesajlarına baktığı zaman, gözlerine inanamadı. Mesaj Ahmet’tendi. “Seni. Özledik. Bu hafta buluşabilir miyiz? İstersen seni gelip evden alabilirim” diye yazıyordu.
Aklı karışmıştı. Ahmet’i iki aydır görmüyordu. Fulya ile nerdeyse her gün mesajlaşıyorlar, ara sıra telefonla konuşuyorlardı.
Ahmet’in, koruyucu, nezaket halleri aklına geldiğinde içini hoş şeyler kaplıyor, bazen mesafeli duruşu onu ürkütüyordu. Genç kız, bunları düşünürken, bazen gülüyor, bazen dudak büküyor, suratı şekilden şekilde giriyordu.
Sabah uyandığında içinde fırtınaların koptuğunu hissetti. İçinde ki fırtınanın oluşması nedeni, akşam Ahmet’ten gelen mesajdı. Uyanır uyanmaz bugünün heyecanı oluşmuştu. Aklı karışmıştı. İki aydır görmediği Ahmet, onun neden görmek istemişti? Aklından birçok senaryo yazıyordu. Kendisiyle neden buluşmak istediğini aklında netlik oluşmuyordu. Hayatımın en heyecanlı günüydü. “Teklif gelirse; tabi ki değerlendiririm. “Ya gelmezse, sadece kendisini görmek için buluşmak istiyorsa; “Oh! Kendi kendime eziyet ediyorum. ” diyerek aklından düşünceleri uzaklaştırmak ister gibi başını salladı.
Aslında, bunu yapmakta geç bile kalmıştı. “Bitmeli” dedi içinden. Her gün bu tatsız uyanış bitmeli. Uzun süredir zaman zaman onun koruyucu, nezaketli halleri aklına geliyor, içinde ona karşı koyamaz şekilde, duygusallaşıyordu.
Hafta sonu gelmişti. Bu gün buluşacakları yer evlerin yakındı. Saatine baktı. Yürümek için bundan daha güzel bir gün olamaz diye düşündü.
Ankara’da Cinnah Caddesi gibi cadde pek bulunmaz. Yokuşu diktir. Eğer düşüncelere dalmışsanız, caddenin atmosferi sizi büyüler. Her mevsim ayrı güzelliklere bürünen caddenin iki tarafında ki ağaçların büyüsü görülmeye değerdir.
Sonbaharda, ağaçların üstünde henüz yere düşememek için direnen yapraklar duruyordu. Kışın kurumuş dalların üstündeki karların, bembeyaz güzelliği, güneşinin etkisiyle ağaçların üzerinde beyaz kar taneleri, parlıyordu. Baharda fışkıran narin dalların, üzerinde açan çiçeklerin, o nefis aroması kokusu çevreye yayılması sizi cezbeder. Yazın ise yemyeşil ağaçlar, size gölge vazifesi yapıyorlardı.
Yol boyunca dikilmiş ağaçların, akşam yanan lambaların, ışık efektleri ile parıldayan yaprakları seyretmek, insanı farklı boyutlara götürür.
Her mevsimin havası Ankara’da bir başkadır. ” Bu kenti seviyorum.” diye mırıldandı.
Cansu, sararmış ve kurumuş yaprak seslerinin üstünde yürümeyi çok sevmesine rağmen basmamaya özen gösteriyordu. Şık olmak için topuklu ayakkabılarını giymişti.
Kuğulu Park, yeşillikler içinde oturma alanları, çocuk parkıyla kocaman bahçesi, her yerde bakımlı güzel çiçekler, havuzun da kuğuları ile her zaman, Ankaraların ilgi odağı olmuştur.
Cansu için bu mekânlarda sevdiği arkadaşlarıyla birlikte olmak, bir çay, kahve, pasta ile geleni geçeni seyretmekten, dedikodu yapmaktan, şakalaşmaktan, büyük bir keyif alıyordu.
Öyle unutulmaz anılar, yaşanmışlıklar vardır ki, ah! Bir sesi çıksa, dili olsa da anlatsa bu güzelim şehir… Bizlere kim bilir, ne sevdalar, ne acılar anlatırdı.
Hoşumuza gitmeyen, eksik, yarım, kötü anılarımızı daha hızlı bir şekilde şuuraltınıza iteriz, unuturuz. Tabii ki; hiçbir şey unutulmuyor külleniyor. İnsanlar, iyileri hatırlayıp mutlu olmanın yollarını bulmaya çalışıyorlar,
Bu gün ayakları birbirine dolaşıyordu. “Sakin olmalıyım” diye kendine sık sık telkinde bulunarak, buluşacakları kafenin kapısını açmıştı. Karşıdan ayak kalkmış, el sallayan Ahmet’i gördü.
Onun sıcak karşılaması, içini rahatlatmıştı. Sıcak bir selamlaşmanın ardından, koyu bir sohbette dalmışlardı.
Genç adam, gözlerini kaçırarak “Cansu” dedi. Genç kız heyecanlanmıştı, biraz daha gerginleşmişti. “Evet. Seni dinliyorum” dedi. Genç adam içini çekti. Cansu’nun elini tuttuktan sonra “Seni yakından tanımak istiyorum. Tabii sende beni tanımak istersen?”dedi.
Genç kız, ” Ne diyeceğimi şaşırdım ?” diye yanıt verdi.
Genç adam söze başladı. ” O yağmurlu geceden beri seni düşünüyorum. Biliyor musun o an nakavt olan boksör gibi hissettim kendimi. Çardağa giderken el ele yağmur da yürüyüşümüzü unutmadım. Senin ıslak tişörtünün üstüne yapışmasıyla ortaya çıkan o dik göğüslerini, utanarak saklamaya çalışmanı, çaktırmadan izledim. Hatırladın mı? İşte o andan beri sana olan ilgimi üstümden atamadım.” Genç adam devam etti. Sana duygularımı ifade etmek istedim. Çünkü böyle şeyleri erteleyebileceğiniz “başka bir zaman” her istediğinizde yakalayamaya biliriz. Açıkçası birbirimizi kaybetme riskini göze almak istemedim.”
Genç kız “o gece ikimizin arasında bir şeyler oluştuğu düşünmüştüm. Sabahın erken saatlerinde, güzel sözcüklerden oluşan bir mesaj çekeceğini düşünerek, uykuya dalmıştım. Daha sonra da hiç aramaman nedeniyle, küçücük anı olarak bende kaldı. Şaşkınlığım da ondan. “Hala o gece verdiğin gülü saklıyorum; biliyor musun? ” diye gerçek duyguları dile getirdi.
Genç adamın gözleri parladı. Ne dersin, birbirimizi yakından tanıyalım mı? Diye sorusunu tekrarladı.
Ahmet’in bu teklifini tatilde ne kadar beklemişti. İçinde, tarifsiz, anlatamayacağı fırtınaya tutulmuş düşüncelere “susun ” demek için elini göğsüne götürdü.
O anda Ahmet’in telefonu çaldı. Arayan Fulya idi. Bulundukları kafenin adın verdi.
“Buraya seni görmeye geliyorlar “dedi.
Cansu; Çok sevindim. Nişanlısını da çok merak ediyorum. Dedi.
Cansu ile Fulya birlikte hasret giderirken Mert’le, Ahmet sohbette dalmışlardı.
Mert, neşeli sempatik tatlı sıcakkanlı biriydi. Birbirlerine aşık olduğu ve birbirlerine ne kadar uyumlu oldukları görülüyordu.
Fulya’ya ” meleğim ” diye hitap ediyordu.
Cansu, Mert’i, sanki çok önceden tanıyormuş gibi hissetti. Fulya’yı şimdi daha iyi anlıyordu. Elimizde olmadan, ilk tanıştığımız kişiler itici gelirken, bazılarını da sanki ezelden beri tanıyormuş gibi hissedip, yüreğimizin başköşesine oturtturuyoruz.
Hasret gideren iki yakın arkadaş birbirlerine sıkı sarılmıştı. Birbirlerinin kokusunu içine çekmek ister gibiydiler. Güzel bir gün olmuştu. Onlarla birlikte olanların, canı sıkılması imkânsız gibiydi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan akşam olmuştu. Uzun süredir, evine mutlu dönmeye hazır olduğunu hissetti. Eve bırakmakta ısrar eden Ahmet’in arabasına bindi.
-Ne oldu? Hayırdır, sessizleştin! Diye Ahmet sordu.
-Mert’le Fulya’yı düşündüm. Çok uyumlular. Harika bir çiftler. Bayıldım.
– Mesele ne? Durgun gibisin! Hala soruma cevap vermedim. Diyerek, Cansu’yu köşeye sıkıştırmanın verdiği haz ile gülümsedi.
– Farkındayım. Bende seni tanımak istiyorum. Hatta tanıdığımı düşünüyorum.
Cansu, sevgi dolu bakış fırlattı, Ahmet’e. Ahmet uzanıp kızın elini tuttu.
Cansu, Ahmet’i, nedense hiç kimseyle de paylaşmak istememişti. Mutluluktan ayakları yere basmıyordu. Adeta mutlulukta uçuyor gibiydi.
Ahmet, kızın eline kondurduğu ufak bir öpücük ile kısa bir bakış fırlattı. Arabayı bir kenara çekti. Genç kızı kendine çekerek, dudaklarına küçük küçük bir iki öpücük kondurdu. Boynundan öpmeye başlamış, degajesine doğru öpücükler kondurarak gelmişti. Birden saçlarından yakalayıp kendine çekti ve dudakları birbiriyle buluştu. Kısa bir aranın ardından da dudakları tutku dolu bir şekilde tekrar birbiriyle buluştu.
Genç kız, gözlerini önce Ahmet’e kaçırdı, sonra yine bakıp şirince gülümsedi, sonra saçlarını düzeltti. Birbirlerine kimyasal sinyaller yollamaya ve uzun dönem ilişkilerine atılan ilk adıma doğru yol almışlardı.
Evlerinin önüne geldiği zaman Ahmet’e, veda etmek istemiyor gibiydi. Birbirlerinin gözlerinin içine aşkla baktılar. Ellerin birbirinden ayrılması çok yavaş olmuştu. Cansu son kez el sallayıp, eve doğru yürüdü. Ahmet’te doğru geriye dönüp sarılmayı ne çok istiyordu. İçindeki bu duyguyu bastırarak, tekrar döndü ve el salladı. Ahmet genç kız apartmana girinceye kadar aracına binmedi. Cansu, merdivenlerden çıkarken Ahmet’in arabanın, sesini dinledi.
Cansu bütün ağırlığını yatağa bırakırcasına uzandı. Ahmet’in ona kırılacak bir şeymiş gibi hassas ve nazik davranıyor olması çok güzeldi. Dudakların üstünde parmağını gezdirdi. Hala öpüşmenin yarattığı mutluluğu, vücudunun her zerresinde hissediyordu.
Gece iki üç kez telefonla görüşmüşlerdi.
Gece bir türlü mutluluktan uyuyamıyordu. Sabah erken kalkıp işe gidecekti, uyumalıydı.
Sabah 7’de saatin ziliyle uyandı. Gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Gürültüyü kesmek için gözlerini hafifçe aralayarak alarm kapattı. Yatağından doğruldu. Ellerini yüzüne kapayıp, kendine gelmeyi çalışıyordu. Banyodan sonra, hızlıca kendine gelmek için bir fincan kahveye ihtiyaç duydu. Kahvesi içerken bir taraftan giyiniyordu.
Evden çıkacağı sırada cep telefonuna baktı. Mesaj ve cevapsız arama vardı. Aramalar ve mesaj sevgilisindendi. Heyecanla mesajı açtı, şunlar yazıyordu: ” Günaydın aşkım”
Pek çok insan gibi Cansu’nun da, öncelikli hayalleri arasında mutlu ve sağlıklı bir birlikteliğe sahip olmak vardı. İşte ayaklarını yerden kesecek, bu mutluğa adım atmıştı.
Cansu, arabasına doğru yürürken hafifçe üşüdüğünü hissetti. Montunun yakasını kaldırdı. Yaz ne çabuk geçip, gitmişti. Sonbahar güneşinin huzmeleri bulutların arasından süzülerek, ağaçların dalların arasında hala sımsıkı tutunmuş, sararmış yaprakların dansına eşlik ediyordu.
Yerlerde sarı, turuncu, kırmızıya çalan yapraklar renkleriyle, şekilleriyle harika bir tablo gibi gözüküyor.
Kapılarının önünde ki park, her ne kadar tamamen doğal olmayıp insan eliyle düzenlenmiş olsa da ve kimi yerde çiçeklerin, kimi yerde de sıra sıra dizilmiş ağaçların görüntüsü güzel bir atmosfer oluşturuyordu. Uzaktan bankolar da oturmuş dinlenen insanlar, spor amaçlı yürüyen insanlar, gözüne çarpıyordu. Bazı yerlerde sarı yaprak kümelerini, temizlik işçileri süpürüyordu. Yerler de de sonbaharın ilk günleri olduğu için henüz kurumamış, yeşil çimenler parkın zeminin de gözüküyordu.
Cansu; Evde dört duvar arasına girip içerde oturmaktansa eve gelir gelmez, spor kıyafetleri giyer, parkta arkadaşlarıyla buluşurdu. Tatilden döndüğünden beri yapmadığını hatırladı.
Kendini moralli ve mutlu hissediyordu. “Artık günlük yürüyüşlerimi yapmalıyım” diye düşündü. Cansu, arabasını çalıştırdı. Dikiz aynadan kendine baktı. Gözlerinin akları yorgunluk ve uykusuzluktan kızarmıştı.
Gözaltı kapatıcısını çantasından çıkartarak, göz çevresine sürdü.
İş yerine geldiği zaman aracını park etti ve Ahmet’i aradı.
Ahmet’in sesini duymak ona iyi gelmişti. Bir ara saatine baktığında, zamanın hızla ilerlediğini görüp şaşırdı.
İşe geç kalmak üzereydi. Hızlanması gerekiyordu. Ahmet’ten izin isteyip telefonun kapattı. Kendini bir kuş kadar hafif hissediyordu, biraz uğraşsa uçacağından emindi. Hızlı yürümeye devam etti. Gözlerini kapadı, ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Yüzü mutluluktan gülümsüyordu.
Öğlen saati Ceyda’yla yemeğe çıktılar. Ceyda’nın yanında ilk kez kendini suçlu hissediyordu. Mehmet onun samimi arkadaşıydı.
Konuyu Ceyda açtı ve sordu: Mehmet’le durumlar nasıl?
Bende senle bu konuyu konuşmak istemiştim. Ben Ahmet’le çıkmaya başladım. Ahmet’le, ikinci buluşmamızda geleceğimizle ilgili konuşmaya başlayacağımızı düşünüyorum.
Mehmet’le bir kez çıktık. Evine ısrarla davet etmesini ikimizin arasında henüz oluşmayan ilişkinin adını koyamadığım için hep bahaneler üretip, ret ettim. Mehmet’in ciddi biri olduğunu düşünmüyorum. Birlikteyken çok eğeleniyorduk ama bir kez olsun ne geleceğimizden nede bana olan duygularından bahsetmiyordu. Neden bilmiyorum ama şu an ona ilgi duymadığıma seviniyorum.
Ceyda: Kararlısın sanırım.” Derken, sesi sitemkârdı.
Cansu: Ahmet’le alakası yok. Zaten Mehmet’le olmayacağını biliyordum. Ahmet’e güven duyuyorum. 3 ay önce başlaması belerken, beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Düşünerek doğru kararı alması, beni çok etkiledi. Ailelerimizin tanışması, Fulya’yla yakın arkadaş olmamız ikilem de kalmamam da rol oynadı. Üstelik gizliden gizliye ona büyük hayranlık duyuyorum ve çok beğeniyordum.
Konuşmalarını Ceyda’nın çalan telefonu bozdu. Arayan Mehmet’ti.
Mehmet’i, çalıştığı hasta hane eğitim nedeniyle tüm masraflarını karşılayarak iki aylığına Amerika’ya yolluyormuş. Şu anda evdeymiş. Bavulunu hazırlıyormuş. Sana bahsetmedi mi?
“Hayır. İlk kez sende duyuyorum.” Diye Cansu cevapladı.
“İlginç! Şu an evindeymiş, yarım saat vaktimiz var. Mehmet’e kapıdan veda edelim mi?
Cansu gerek olmadığını ısrar etse de, Ceyda ısrar ediyordu. Lütfen benim arabam yok. Fazla vaktimiz yok. Mesaiye yetişmek zorundayız. Lütfen beni götürür müsün?
Cansu arkadaşının isteğine mecburen katılmak zorunda kaldı. Mehmet’in evinin önüne geldiği zaman Cansu aracından inmedi. “Lütfen işe geç kalmak istemiyorum, çabuk gel” diye arkasında seslendi.
Ceyda, Mehmet’in evinin zilini çalarken Cansu’nun gelmemesi nedeniyle bilmediği çok hafif tedirginlik ve gerginlik oluşmuştu.
Mehmet; Ceyda’yı görünce şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Ceyda “yarım saat vaktim var. Sana güle güle demeye geldim. “ Diye, söze başladı.
Mehmet’in saçları ıslaktı. Banyodan yeni çıkmış gibi duruyordu. Mehmet kekeleyerek ” buyur ” derken, hemen arkasında bir genç kız belirdi. Sırtını duvara yaslayıp, başını öne eğdi. Ceyda’nın yüzüne bile bakmıyordu. Sanki meydan okuyordu.
Ceyda, Mehmet içeriye girme teklifine şaşkın vaziyette “hiç vaktim yok. “ dedi. Ceyda, gerilen ortamdan bir an önce kaçmak gerektiğinin farkındaydı. ” Sadece kapıdan sana güle güle demek için uğramıştım “dedi. ” İyi yolculuklar ” diye yanaklarından öptü.
Ceyda dışarıya çıkarken hala şaşkındı, aklı karışmıştı. Huzursuz bir nefes alıp verdi. Gördüğü manzara karşısında öfkelenmişti. Dün akşam, telefonda bir saatte yakın, Cansu için dil döken bu adamıydı? Sessizce aracın kapısını açtı ve oturdu.
Hava kapanmaya başlamıştı. Yağmur damlaları gökyüzünden bir ahenk içerisinde yavaş yavaş inmeye başladı. Arabanın camları yağmur damlalarıyla bulanıklaşmaya başlamıştı. Cansu aracın camını biraz araladı ve silecekleri çalıştırdı.
-Özür dilerim. Cansu. Seni beklettim.
– Aramızda bunun sorunu olur mu? Ceyda.
– Ne konuştuğumuzu sormayacak mısın Cansu?
– Cansu Bu gün ben dünyanın en mutlu kızıyım. Hiçbir şey duymak istemiyorum.
Şarkı eşliğinde yola koyulmuşlardı. Cansu’nun telefonu çalmaya başladı.
Arayan Ahmet’ti. “seni çok özledim, sesini duymak istedim,
-Cansu Araç kullandığını en kısa sürede kendisine döneceğini ifade etti ve fısıltıyla” bende seni özledim ” Dedi.
Kendisini öncekinden çok daha cesur ve huzurlu hissediyordu. Yüzünden hafif bir gevşeme ve mutluluk ifadesi okunuyordu. Bir kez daha Ahmet gibi birinin karşısına çıkardığı için Allah’a şükrediyordu.
Başını geri atarak kısık bir kahkaha attı aniden. İş yerine gelene kadar, yüksek sesle radyoda çalan şarkıya eşlik ediyorlardı. Birbirleriyle konuşmuyor, yalnızca bakışıyor ve gülme krizine girmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
İki arkadaşın gülmesi, gülmenin bulaşıcı olduğunu kanıtlar biçimdeydi.
Ceyda bir an ciddileşmeye çalışarak, sana sitem ettiğim için lütfen beni bağışlar mısın Cansu? Hayat ne ilginç! Seni anlamaya çalışırken, karşılaştığım manzara karşısın da şaşkınım. İnsanlar da kaybetme korkusu nedeniyle kendimize bile dürüst olmaktan çekiniyoruz. Doğruların kime göre doğru olduğunu anlamakta zorlanıyorum.
-Cansu; Ceyda yaşam bir şekilde bizi bir yerlere sürüklüyor. Hayatımızın koreografisi biz değiliz.
– Ceyda; Canım benim, tercihleri de biz yapıyoruz. Sence suçlu değil miyiz?
– Friedrich Schiller; Şans diye bir şey yoktur ve bize görünen en ufak bir kaza bile kaderin en derin kaynağından doğar “demiştir. Kimilerine göre tercihlerimizle geleceğimizi belirleriz. Bu oldukça son yıllarda yaygın bir düşüncedir. Bence bu hayatımızın koreografisi biz değiliz.
Hayatın başlangıcından beri var olan bir güçtür. Neden doğduk? Neden bu aileye, bu ülkede, bu kültürde ve bu koşullarda doğduk? Hangi dili konuşacağımız, hangi ırka mensup olacağımız neden seçemiyoruz? Başka bir ülkede ve farklı bir ailede neden doğmadık? Bunu açıklayabilecek bir şey var mı? Yoksa kader basitçe kaotik ve çözülemez mi? Düşüne biliyor musun Cansu anne ve babamızı ve nerede doğacağımıza biz karar veremiyoruz.
“Hayat yolculuğuna hazırlanırken ilk hazırlanacak malzeme, kâfi miktarda kadere rızadır.” Demiştir. Arthur Schopenhauer’ın dediği gibi bizim irademiniz çok üstünde ve ötesinde bir irade olduğunu kabul vererek şükredeceğiz. Buna rağmen! W.Shakespeare “Alın yazımı değiştiremem ama istediğim kadere de boyun eğmem.” dediği gibi, yaşamın hayatımıza neler getirip, neler götüreceğini asla bilemeyeceğimiz gibi, özgürlüğümüzün, tercihlerimizin, hayal kırıklıklarımızı hakimi biz değiliz ama asla yaşam mücadelesinden de vazgeçmeyeceğiz. Çünkü umutlarımız ve hayallerimiz sonsuzdur.

 

Exit mobile version