Getting your Trinity Audio player ready... |
Süleyman Çelik (scelik44@gmail.com)
2020’nin son kadın cinayetlerinden, akademisyen bir kadının katilinin apartmana girerken güvenlik kameralarına yansıyan görüntülerini izleyince, Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanının kahramanı Raskolnikov’u anımsadım.
***
Raskolnikov, St. Petersburg’a hukuk öğrenimi gören bir öğrenci. Babası ölünce aile geçim derdine düşüyor ve Raskolnikov zorunlu olarak öğrenimini askıya alıyor. Ders verip çeviri işleri yaparak, pis bir pansiyondaki kiralık bir odada, aşırı yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyor. Ders verecek öğrenci ya da yapacak bir çeviri bulamadığı günlerde, babadan kalma bazı eşyalarını rehin bırakarak bir tefeci kadından borç alıyor. Bir gidişinde, tefeci kadının rehin aldığı eşyaları sakladığı sandığı görüyor. Bu sandığın kadının kasası olduğunu anlıyor ve hemen kafasında bir şimşek çakıyor: “eğer kadını öldürüp o sandığın içindekileri alırsa kendisini de ailesini de kurtaracaktır!..”
Bundan sonra aklını sürekli bu sandık ve tefeci kadın kurcalamaya başlıyor. Ne yapsa bu düşünceden kurtulamıyor ve sonunda cinayeti işlemek üzere plan yapmaya başlıyor…
Bir gün, kadınla birlikte oturan kız kardeşinin evde olmayacağını, tesadüfen öğrendiği bir saatte gidiyor ve cinayeti, kadının başına baltayla vurarak vahşice gerçekleştiriyor. Bu arada, sandıktakileri cebine doldurmaya çalışırken kadının kız kardeşi çıkagelince onu da öldürüyor…
***
Dostoyevski’nin büyük ustalıkla betimlediği, Raskolnikov’un cinayeti işlemek üzere tefeci kadının evine giderken ve eve girerken yaşadıkları ile, akademisyen kadının katilinin apartman girerken güvenlik kameralarına yansıyan görüntüleri, birbirlerine o kadar benzeşmektedir ki…
Kapüşonu ile yüzünü gizlemeye çalışan katilin, Raskolnikov’un yaşadıklarına benzer şekilde, korkak/ ürkek, tedirgin ve “acaba geri dönsem mi?” der gibi, ikircikli ruh hali içinde yalpalayarak, kurbanının oturduğu apartmana girdiği görülüyor…
Medyaya yansıyan ifadesinde öne sürdüğü gibi aralarında duygusal bir ilişki olsaydı, sevinçli, özgüven ve gururla sevgilisine giden aşık havalarında olurdu…
Gene medyadan öğrendiğimize göre, yeni taşındığı evine bir kitaplık yaptırmak isteyen maktul, katille görüşüp fiyat almış. Katilin bu sırada, maktulün tek başına yaşadığını anlayarak cinayeti işlemeye karar vermiş olması olası…
***
Son yıllarda kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin gözle görülür bir ivme ile arttığı görülmekte, başta kadın kuruluşları olmak üzere tüm çevreler, hatta iktidar bile bunları protesto etmektedir…
Çareyi CHP kadın kotasını arttırmakta, AKP de sahneye sembolik 1-2 kadın çıkarmakta bulmakta, en fazla kadın sığınma evlerinin arttırılması gerektiği öne sürülmekte, fakat kimse şiddetin ve cinayetlerin neden tırmanmakta olduğu üzerinde düşünmemekte…
Özellikle feministler olmak üzere bazı kadın kuruluşları olayı kadın düşmanlığına, bazı kesimler de siyasal İslam’ın kadını ikinci sınıf insan görmesine bağlamaktadır.
Kapitalist iktidarlar, sömürüyü sürdürmek için asıl çelişkiyi maskeleyerek etnik, mezhep ya da cinsiyet gibi ayrımcılıkları öne çıkarır. Bu tuzağa düşmeden, düşünüp sorgulayarak asıl nedeni bulmaya çalışmak gerek…
***
Ben sosyal bilimci değilim ama kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerindeki artışa koşut olarak toplumda işsizlik ve yoksulluğun da gözle görülür şekilde arttığını, herkes gibi görüyorum. Bunun için sosyoekonomik araştırmalar yapmaya gerek yok. Özellikle akşam saatlerinde pazar atıklarını toplayan ya da çöp bidonlarından yiyecek arayan insanlarla, ucuz ekmek için saatlerce kuyrukta bekleyenleri görmek yeter.
Medyadan öğrendiğimize göre, bir yandan yoksulluk artarken, diğer yandan dolar milyonerlerinin sayısı da her sene düzenli olarak artmaktadır. Öyle ki önümüzdeki 5 yıl boyunca, günde ortalama 10 Türk’ün dolar milyoneri olacağı öne sürülmektedir: https://www.haberturk.com/turkiye-de-dolar-milyoneri-sayisi-2019-da-164-bin-938-e-ulasti-2604099-ekonomi.
Üretime dayalı değil, borçlanmaya dayalı ekonomik politika uygulandığı için bir kesim milyoner olurken diğer kesimin refah seviyesi, az da olsa artmıyor, tersine daha da yoksullaşıyor. Bu durumda geçinmek için onlar da borçlanıyorlar. Gerçekten, dar gelirlilerin yüzde 59.4’ünün borçlu olduğu ve bunların yüzde 91.9’unun borçlarını ödemekte güçlük çektiği bildiriliyor. İcra dosyalarının sayısındaki artış da bunun göstergesi: https://www.yenicaggazetesi.com.tr/vatandas-da-devlet-de-borc-bataginda-267004h.htm.
Tefeci kadınların yerine kredi kartı dağıtan bankalar var. AKP, ev eşyalarının haczedilmesini yasakladı. Çünkü yaşanan dramı tüm apartman, hatta sokak görüyordu. Oysa aylıklara konan haczi kimse görmüyor!..
Tüm bunlar, dar gelirli ailelerde geçim sıkıntısının arttığını göstermektedir. Geçim sıkıntısı aile içi tartışmalara/ kavgalara, bu da boşanmalara ya da kadının evi terk etmesine neden olmakta ve olay, şiddete/ cinayete kadar gitmektedir…
Aslında geçim sıkıntısı yalnız kadına yönelik şiddeti arttırmıyor. İnsanlar, değer yargılarını kaybediyorlar. Evin geçiminden kendisini sorumlu tutan duyarlı babalar intihar ediyor. Toplumda hırsızlık, soygun, dolandırıcılık vb. olaylar da artıyor. Bu esnada da cinayetler işleniyor. Ancak kadın cinayetleri kadar ses getirmiyor…
Sonuç olarak, sömürüyü maskeleme tuzağına düşmeden düşünülecek olursa bu cinayetlerin, “kadın cinayetleri” değil, “yoksulluk cinayetleri olduğu anlaşılacaktır!..”