Getting your Trinity Audio player ready... |
Burhanettin Yılmaz
Nasıl bir sol örgütlenme sorusuna yanıt aranırken de sosyal demokrasinin, değinilen evrensel ilkeleri özenle göz önünde bulundurulmalı ve parti yapısı oluşturulurken, halkımızı siyasete özendiren, ülke için örnek bir demokratik model ortaya konulabilmelidir. Burada özellikle üzerinde durulması gereken, halkın siyasete ilgisini yeniden yaratacak katılımcı bir modele duyulan ihtiyaçtır. Temel sorun buradadır. Gerçektende günümüzde geniş halk yığınlarının temsili demokrasiden beklentileri giderek aşınmaya başlamıştır. Çünkü sosyal devlet ve popülizm anlayışı liberal ve muhafazakâr iktidarlarca terk edilme yolundadır, her şeyin piyasa talebine göre belirlenmesi, piyasanın ve karlılığın temel ilke olarak benimsenmesi, geniş halk kitlelerinde olumsuz etkiler yaratmıştır.
Siyasi partilerimizde gerçek bir demokrasi yoktur ama geniş halk yığınları yeterli bulmasa da ülkemizde temsili bir demokrasinin varlığı inkâr edilemez. Bu nedenle, siyasi partilerin, demokrasinin önce kendi örgütleri içerisinde uygulandığını göstermeleri demokrasinin işlerliği konusunda halka güven verilebilmesi için şarttır. Bunun için de siyasi partilerin içyapılarının demokratikleşmesi ve halkla siyasi partiler arasındaki örgüt duvarının kaldırılması gerekir.
Bu bağlamda, kendisini sol olarak konumlandıran bir partinin yapılanmasında gerçek demokrasinin gerçekleşmesine imkân verecek bir düzenin oluşumuna öncelik verilmelidir. Böylesi bir yapı oluşturulurken, yalnızca sol sayılabilecek her düşüncenin teşkilat organlarına adil ve dengeli bir biçimde yansıması değil aynı zamanda bu yapının, ülkenin tüm kurumları için örnek bir model oluşturması da amaçlanmalıdır. Ayrıca bu yapı, birey olarak, toplumsal grup ve sosyal kesimler olarak yurttaşların siyaset yapmalarını da özendirici olmalıdır. Bunun için parti, sivil toplum örgütleriyle sıkı bir diyalog sürecine girmeli ve ilişkiler olabildiğince açık ve karşılıklı geçişe imkân verir bir yapıda tasarlanmalıdır.
Bu yapılanma çalışmalarında, sol değerlerin öne çıkmasını isteyen bir partinin, çalışan toplumsal kesimlerin örgütü olduğu gerçeği hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Bu bağlamda olmak üzere, Partinin tüm hiyerarşik kademelerinde, çalışan kesimlerin temsilcilerine doğal üyelikler ihdası öngörülebilir.
Böylesi bir yaklaşımın felsefi bir yaklaşım olmaktan öteye demokratik bir tercih olduğu bilinmelidir. Gerçektende, bir İl veya ilçe’de 3-5 bin üyenin oyuyla göreve gelen bir sendikacının veya mesleki kuruluş önderinin, 1500-2000 üyeli bir siyasi partinin yönetim organında doğal üye olarak yer alması antidemokratik olarak nitelendirilebilir mi?
Kaldı ki böyle bir doğal üyelik, emekçi kesimlerin yetenekli pek çok sivil toplum önderinin siyasete çekilebilmesi ve siyasi kadroların geliştirilip çeşitlendirilebilmesi için yeni fidanlıklar da oluşturabilecektir.
Sivil toplum kuruluşları da siyasi partiler gibi demokratik kuruluşlardır. Hatta başta sendikalar ve mesleki kuruluşlar olmak üzere çoğu sivil toplum örgütleri, siyasi partilere göre daha çok sayıda üyenin katılımıyla ve gerçek demokrasiye daha yakın kural ve yöntemlerle yönetilmektedir. Örneğin; pek çok sendikanın veya esnaf ve sanatkârlar Odaları birliğinin üye sayısı, bulunduğu yöredeki siyasi partilerin tüm üye sayılarından daha fazladır.
Dolayısıyla binlerce üyenin tercihiyle göreve getirilen bir sivil toplum önderinin bu seçilme başarısı son derece demokratik bir örnektir ve böylesi bir başarıyı kazanmış halk önderlerinin sol siyasete ilgi duymaları için doğal yönetim kurulu üyeliği dahil çeşitli özendirici mekanizmaların devreye sokulması gereği vardır.
Böylece çalışan kesimlere, partinin, onların çıkarlarının korunmasında önemli bir toplumsal araç olduğu güvencesi verilebilecek ve bir anlamda o siyasi partinin söz konusu toplumsal kesimin çıkarlarını siyasi platformda savunan yandaş bir siyasi örgüt olduğu inancı yaratılabilecektir. Böylece Sivil toplum önderleri, kendi çıkarlarını savunan bir siyasi partinin zaten mevcut bulunduğunun ve siyaset yapmak isterlerse bunun orada yapılmasının daha kolay ve uygun olduğunun bilincinde olacaklardır.
Böylesi bir yaklaşım partiyi geniş kitlelere açacak ve halkla diyalogu daha dinamik ve sürekli hale getirecektir. Ayrıca sivil toplum önderleri de partiyi benimseyebilecek ve içinden çıktıkları toplumsal kesimlerle parti arasında yeni diyaloglar ve kanallar açılmasına katkıda bulunabileceklerdir.
Sol bir Partinin çalışan kesimlerle ilişkilerini güçlendirip geliştirebilmesi için böylesi mekanizmaları yaşama geçirmesi gereği açıktır. Günümüz Türkiye’sinde tüm partilerin çalışan kesimlerden kopuk, elit yapılar haline gelmiş bulunması, bugün bu ve benzeri mekanizmaların tartışılmasını zorunlu kılmaktadır. Çalışan kesimlerle oluşturulacak rasyonel ve kurumsal böylesi ilişkiler, sol siyaset ile çalışan kesimler arasındaki organik bağlantıların yeniden oluşumunda yararlı ve etkili bir yöntem olabilir. Yaşam pratiği, bu inancı güçlendiren örneklerle doludur.
Bu anlamda “Demokratik Direniş” örgütlenme modelimizi başarılı kılmak için parti içinde ve halk tabanında olmak üzere iki ana başlık altında yapmak zorundayız.
Burhanettin Yılmaz