Getting your Trinity Audio player ready... |
SADE bir yurttaş olarak hangi siyasi görüşten olursa olsun herkese sormak isterdim.
İktidar partisinin patronu – Anayasa referandumunda mühürsüz olduğu için geçersiz sayılan oylarla koltuğa oturması olmasaydı ve eğer Anayasa koşulu gereğince Cumhurbaşkanı olmak için üniversite diplomasına sahip olduğunu belgeleyebilseydi “Sayın Cumhurbaşkanımız” derdim- Ayasofya Müzesini camiye dönüştürmeye ve 24 Temmuz 2020 günü Cuma Namazı kılınasına karar verdi.
Bütün dünyada tüm insanlığa ait kültür mirası olarak kabul edilen Ayasofya’da o gün basına yansıyan bilgilere göre 350 bin kişi toplanıp namazlarını eda ettiler.
Acaba bina ve çevresinde metrekare başına düşen insan yoğunluğu ne kadardı diye sormak geçiyor içimden…
Hani sık sık sosyal mesafe uyarıları yapılıyor ya işte o bakımdan…
AKP’nin patronu Covid-19 salgınının fazla yayılmaması için 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarını yasakladı ama ertesi gün 31 Ağustosta günü Devlet Başkanı sıfatıyla sel felaketi yaşayan Giresun’da incelemeler yapmaya gidip, felaketin yoğun olarak yaşandığı Dereli İlçesi meydanında toplanan kalabalığa hitap ederek çay paketleri dağıttı…
Diyeceksiniz ki; İyi ama sosyal mesafe…
Bırakın Allah aşkınıza, havalarda uçuşan çay paketlerini kapmak varken sosyal mesafenin lafı mı olur…
Hazır Giresun’a gitmişken Orduluların, Rizelilerin de çay paketleri ile gönüllerini hoşnut etmek de vardı gündeminde…
İyi de, sosyal mesafe…
Bırakın şu sosyal mesafe takıntısını…
Çay paketi hediyelerinden nasiplenen ahaliden biri de Malatyalılar oldu.
İktidar partisinin patronu 26 Eylül 2020 tarihinde 300 tesis açılış merasimi vesilesiyle Malatya’ya gelmişti.
O tesislerin aralarında biri 45 yıldır faaliyette bulunan BİM mağazası olmak üzere tamamının yıllardır hayatta olan iş yerleri olması “Malatya’da üniversiteyi biz kurduk” diye kastettiği 1975 yılında kurulan İnönü Üniversitesini hatırlatıyordu ister istemez…
Yine de kimse sosyal mesafe kuralı büsbütün uygulanmıyor diye kaygılanmasın…
29 Ekim günü Cumhuriyet Bayramı halkın meydanlara üşüşmesine fırsat verilmeyerek epidemi salgının daha fazla yayılmaması için kurala harfiyen uyulduğunu biliyorsunuz zaten…
Ayrıca kimse endişelenmesin…
Eğer iktidarın programında tetkik gezisi vesaire gibi bir planı yoksa bu demektir ki uzunca bir süre sosyal mesafe kuralına uyma duyarlılığına fazla bir zarar gelmeyecek…
****
ŞİMDİ gelelim bu öykünün es geçilen satırlarına…
Öykümüzün başlangıç tarihi iktidar partisi patronunun çağrısına uyularak Ayasofya’da Cuma namazının kılındığı 24 Temmuz 2020 olduğuna göre oradan başlayalım.
O gün Sağlık Bakanı saptanan corona vakalarının 937, vefat edenlerin sayısının 17 olduğunu, 9 Ağustosta yani iki hafta dolayı sonrasında da vaka sayısının 1182, vefat sayısının ise 15 olduğunu açıklamıştı. Bir süreden beri vaka ve vefat sayılarında belirgin bir atış yaşanmıyordu.
Sonra birden ne oldu da başta İstanbul olmak üzere bütün ülkede vaka ve vefat sayıları her gün adeta katlanarak artmaya başladı?
Üstelik açıklanan sayıların eksik gösterildiği ortaya çıkarıldı.
Bazı hastahane yetkililerinin, hekimlerin kendi hastahanelerinde yaşanan vaka ve vefat sayılarını açıkladıkları günler Bakanın ülke geneliyle ilgili açıklamalarından yurdun tamamında gerçekleşen olay sayısının herhangi bir hastahanede saptanan sayıdan daha az olduğunu, bunun gerekçesinin de ulusal çıkarların korunması olduğunu öğrendik!
Ulusal çıkarlara nasıl bir hizmet ise…
Nedense vaka ve vefat sayıları Giresun’da, Ordu’da Rize’de, Malatya’da halka çay paketlerinin atıldığı günlerin arından hızla artmaya, Bakanlığın verdiği sayılar basında her gün klişeleşmiş gibi “Bugün ölümlerin en yüksek olduğu gün” vurgusu yapılarak yer almaya başladı…
Eğer bu olaylar çağdaş bir hukuk ve demokrasi ülkesinde yaşanmış olsaydı olayların içinde olanlar sadece koltuklarından uzaklaşmak zorunda bırakılmaz ayrıca adaletin önüne çıkarılırlardı.
***
HERKESE sormak isterdim demiştim ya…
Aslında hiçbir zaman gideremeyeceğimi bildiğim merakım şu…
Ayasofya’da, Giresun, ordu Rize ve Malatya’da meydanları dolduranlar ve yakınları arasında Covid-19 riski taşıyanlar var mıydı, varsa bunlar hastalığı kaç kişiye bulaştırdılar ve o hastalar arasında kaç kişi hayatını kaybetti acaba?
İnsanlarımız, muhalefet acaba neden bugüne kadar bu konuyu kurcalamazlar?
Bir merakım da şu…
Acaba iktidar partisinin patronu sarayında geceleri başını yastığa koyduğunda özellikle dini bütün bir kişi olarak bütün sosyal mesafe ve hijyen kurallarını hiçe sayarak beş kentte yüzbinleri meydanlara çekerek hastalığın bütün ülkede hızla yayılmasının baş müsebbiplerinden biri olduğunu düşünerek vicdan azabı çekiyor mudur?
Yoksa yüz milyar dolar olduğu öne sürülen kişisel servetini mahdumuma sıfırlatarak kurtarmanın huzuruyla ve Kılıçdaroğlu’na yeni açtığı davadan 500 bin lira daha geleceğini düşünüp avuçları mı kaşınıyordur?
Ya da sosyal medyada paylaşılıp duran sıfırlama tapelerini yayınlayanlara tazminat davası açamamanın öfkesiyle ve ilerde bu konuda başına neler geleceğini düşünüp üstüne karabasanlar çökerek uykuları kaçıyor mudur acab
Outlook’tan gönderildi
…
[İleti kısaltıldı] Tüm iletiyi görüntüle