Getting your Trinity Audio player ready... |
HEP bekledim, belki birileri çıkar da bir iki kelam eder diye…
Covid-19 salgınının yeni başladığı, ciddi önlemlerin alınabileceği salgının önüne daha kolay geçilebilecek günlerdi…
Yapılan açıklamalara göre vaka sayısı henüz insanı dehşete düşüren boyutlara ulaşmamıştı.
Ölüm sayıları da o günlerde on rakamı ve küsuratı ile ifade ediliyor, bir süredir 20 rakamına ulaşmadan aynen o şekilde devam ediyordu.
Birden durup dururken Ayasofya’da Cuma namazı kılınması kararı aldı.
Sanki cami kıtlığına kıran girmişti.
Osmanlı padişahı Birinci Ahmet tarafından Ayasofya’ya nazire olarak yaptırılan, İstanbul’a gelen turistlerin en çok ziyaret ettiği tarihi eserlerden biri olan, iç dekorları yeşil ve mavi beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği, kubbeleri mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca “Mavi Camii diye anılan dünyaca ünlü Sultanahmet Camisi..
Ayasofya’nın aşağı yukarı 300-400 metre sağında…
aynı mesafede ve biraz ön tarafta bir tarihi cami daha var: Firuzağa Camisi…
Oysa Ayasofya tarihi özelliklerinden ötürü bütün dünyada artık bir mabet değil, bütün insanlığı ortak kültür mirası olarak kabul edilmiş ve eşsiz önderimiz Atatürk de bunu aynen uygulamaya geçirmişti. . Lakin çağrı büyük yerden gelmişti, biat etmemek olmazdı elbette…
Yüzbinler Ayasofya’yı ve Sultanahmet Meydanını tıka basa doldurdular.
Ne sosyal mesafe kaldı ve ne de hekimlerin açıkladığı önlemler…
Yine üç beş oy fazla alıp vurgun düzenine devam aşkıyla din siyasete alet edilmiş, yine bütün dünyada hem Türkiye’nin hem İslam dininin itibarı zedelenmişti.
O yüzbinler içinde hastalık riski taşıyan insanlar mutlaka vardı ve onlar o gün belki yüzbinlerin hatta milyonların hayatlarını tehlikeye attılar, muhtemelen ölümlere neden oldular….
Siyasi propaganda yapmak adına dini kullanmak yetmedi…
Sırada Giresun’da yaşanan sel felaketi vardı.
Felaket bölgesinde incelemeler yapmak bahanesiyle Ordu’da, Rize’de yine yüzbinler çay paketleriyle tavlanarak meydanlara dolduruldular.
Yetti mi?
Yetmemiş olmalı ki Malatya’da bir günde 300 tesisin açılışı törenleri planlandı.
Bir günde açılacak 300 tesis…
Düşündük ki bu ne sürat, Malatya’da yeni fabrikalar falan açılıyor da bizim haberimiz yok.
Meğerse aralarında biri 40 küsur yıldan beri faaliyette bulunan olmak üzere, hepsi açılışları çoktan yapılmış küçük boy işletmeler, bir kısmı küçük esnafa ait işyerleri…
Yine meydanları dolduran insan yığınları…
Yine sağa sola çay paketleri atma fiyakası…
Göz göre göre ölüm davetiyesi..
O günlerde zaman zaman devletin başı olarak toplum sağılığını düşündüğü, kolladığı anlar da oluyordu…
Olmuyor değil…
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolaysıyla halkın meydanlara, Atamızın ölüm günü olan 10 Kasımda da Anıtkabir’e doluşmasını yasakladı.
Açıklanan hastalık vakaları ölüm sayıları her gün biraz daha kabarıyordu.
Üstelik resmi duyuru diye yapılan açıklamalarda belirtilen rakamların gerçek rakamları yansıtmadığı, ülke çıkarları(!) adına halkın kandırılmaya çalışıldığı da ortaya çıktı.
Alıştılar ya bir kere ülkeyi enflasyon rakamlarını, işsizlik sayılarını küçük gösterme teknolojisi(!) kullanarak yönetmeye, açıklanan vaka ve ölüm sayılarını aynı yöntemle saptıyorlar(!)
Merak etmemek mümkün mü?
Neden bunları kimse gündeme getirmez?
Neden muhalefetin aklına bunları ortaya döküp toplumu uyandırmaya çalışmak gelmez?
Haydi, basının hali belli onları bir kenara bırakalım, aralarında üç beş düzgünü var ama onlar bile suskun…
Toplum önderi diye anılanlar var ama onlar neredeler?
Belki denilecek ki, ülke devleti ulusu soyup soğana çevirenler, devletin yönetim çarkına dinci çeteleri yerleştirenler, mafya babalarıyla ülküdaş olanlar tarafından yönetiliyorsa ve artık ne adalet, ne demokrasi kalmadıysa kimde derman kalır ve ne de yükseltilebilecek bir ses…
Yine de yok mu “Cinayeti gördüm” diye haykıracak yürekli birkaç kişi?