Getting your Trinity Audio player ready... |
YAŞAM, FIRTINA SONRASI YAĞMURLA DANS ETMEYİ ÖĞRENMEKTİR.- BÖLÜM 3
GÜVENMEK SEVMEKTEN DAHA DEĞERLİDİR.
Birlikte iskeleye doğru yürüdüler. Hafif esen rüzgâr, yüzlerine çarpıyor, saçlarını hafiften dalgalandırıyor, savuruyordu.
Cansu; ne güzel birine güven duymak, bu devirde her konuda güvenilecek insan bulmak çok zor, Bende istiyorum ama ortalarda güvenilecek insan yok “dedi.
Fulya; “Olmaz olur mu? Tabii ki var, bu olumsuz düşünceyi de aklından silmelisin. Her insan yaşamı boyunca güvenme ihtiyacı duyar. Yaşamın en doğal gereksinimlerinden biridir. Çünkü insanlar kendini güvende hissetmek isterler. Kimi insan, karşısındakine tanıdığı ilk anda güvenmeye başlar ve zamanla gördüğü yanlışlarıyla bu duygusu azalmaya başlar. Kimi insan da tanıdığı hiç kimseye güvenmez, zamanla tanıdıkça güven duygusu artar ve sevmeye başlar. İnsanları güven duygusundan alıkoyan tek şey aşk gibi gözükse de, aşkın getirdiği bilinmezlik aslında çoğu insanı tedirgin eder. İlk zamanların verdiği heyecan azaldıkça, güvenin önemi ortaya çıkar. Dostlarınız, arkadaşlarınız, eşiniz, sevgiliniz size güven verebildikleri ve güvendiğiniz için yanınızda olurlar.
Fulya Omuzuna dokunan bir elle, birden arkasını döndü. Ağabeyi Ahmet’ti. Siyah kot, mavi tişört kombin ile karizmatik görünüyordu. Sürdüğü losyon rüzgârın etkisiyle hissediliyordu.
Ahmet biraz eğilerek, Fulya’nın yanağına hafiften öpücük kondurdu.
Prenses; “Biz bu bir gece eğlenmeye çıkıyoruz. Müzik dinleyip dans edeceğiz. Seni almaya geldim.” Elini tutarak ayağa kaldırdı.
Fulya, Cansu’ya dönerek, onlarla gelmesi için ısrar etmeye başladı. Ahmet’te kardeşinin isteğine destek vermesi, Cansu’yu rahatlattı. Cansu babasına telefon açarak izin aldı. İzni almasına çok sevinen Fulya, arkadaşının ve abisinin koluna girerek araçlarına doğru yürüdüler.
Canlı müzik sesi gelen bir mekânın önünde durdular. İçerisi oldukça kalabalıktı. İçerde Fulya ve Cansu küçük bira söyleyip yudumlamaya başladılar. Herkes çılgınca dans ediyor, eğleniyordu. Müzik sesi o kadar yüksekti ki, bağırmadan birbirlerini duymaları imkânsızdı. İki arkadaş durdukları yerden dans ederek, müziğe eşlik ederken, diğer kamp arkadaşları da mekâna geldiler. Fulya ve Ahmet, Cansu’yu onlarla tanıştırdı. Cansu’nun, dün gece gördüğü kız da buraydı. İsminin Elif olduğunu öğrendi.
Slow dans çalmaya başlayınca Ahmet kız kardeşi ile dans etmeye başladı. Cansu, tam yerine dönüyordu ki, yeni tanıştığı Serkan, dans için elini uzattı: Birlikte dans ederlerken birden ne kadar uyumlu dans ettiklerini fark edip rahatladı. Müziğe, hiç konuşmadan eşlik ettiler. Zaten birbirlerini duyabilmek için bağırmaları gerekiyordu.
Serkan; Uzun boylu, yakışıklı, anlamlı bir şekilde bakan derin yeşil gözleri vardı. Oldukça etkileyici olduğunu inkâr edemezdi. Bakışlarında etkilenmemek mümkün değildi. Uzun süredir, kimse onu böyle etkilememişti. Serkan dans ederken, Cansu’nun, elini kalbinin üstüne koydu, adeta sevdiği kızla dans ediyor gibiydi.
Cansu, aslında babası dışında ilgi duymadığı erkeklerle slow dans etmekten pek hoşlanmıyordu. Dans etmek, romantizmi ve erotizmi çağrıştıran bir aktivite gibi geliyordu. Hem romantik müziklerin bitmesini, hem de bitmemesini istiyordu. Karşında ki bir çift yeşil göz ve centilmenlik örneği gösteren birinin esiri olmak üzereydi. Serkan, bir eliyle sıkıca beline sarılırken, bir koluyla masadan bir vazoya uzanıp, bir çiçek çıkarıp, Cansu’ya uzattı.
Cansu romantizm ortamda kaybolmak üzereyken, dans hızlıya dönüşmüştü. Cansu masaya oturup birasından bir yudum alırken, herkesin bu olayı hissedeceğinden korkup, mahcup kız gibi önüne baktı.
Serkan sanki hiç bir şey yokmuş gibi yine arkadaşlarıyla sohbet ediyor. Esprileri bir birinin ardına patlatıyordu.
Fulya; Gözlerimden kaçmadı. Serkan sana tüm marifetlerini gösterdi. Çok etkileyici biri değil mi?
Cansu; Mahcup, mahcup “bilmem ki !” diyebildi.
Çıkışta Serkan Cansu’ya kendisiyle gelmesi teklif etti. Ahmet, Cansu’nun konuşmasına izin vermeyerek “kızlar bana emanet” dedi.
Cansu, odasına girdiği zaman ne düşüneceği bilmiyordu. Serkan için ümitlenmek istemiyordu. Sadece güzel bir gece geçirip, çok eğlendiğini düşüyordu. Saate baktı birazdan güneş doğacaktı. Yarın yine kahvaltıyı kaçıracaktı.
Cansu, sabah uyandığında kendimi “mutlu kadın” olarak hissedeceğimi hiç düşünmemişti. Bu gün onun doğum günüydü. Aldığı yaş bile umurumda değildi. Birisi ona “ailenle geçireceğin tatil, harika olacak” deseydi; güler geçerdi.
Cansu’nun, bu sabah içinden çığlıklar yükseliyordu. En büyük serveti anne –babası, denize gitmemiş onu bekliyorlardı. Annesi taze sıkılmış portakal suyu ve eliyle hazırladığı sandviçini uzattı. Anne ve babası sırayla öperek, doğum günü kutlayıp, bol bol yanağına öpücükler kondurdular. Hala küçük bir çocuk gibi, bir şeyler yemesi için uğraş veren ailesinin varlığına için şükretti.
Ailesi birlikte deniz gitmek için evden ayrılırlarken; annesi bir kez daha sevgiyle kızının yüzüne bakarak” seni seviyorum bebeğim” dedi.
Cansu ailesinin, kendisine ayırdığı şezlonga havlusunu serdi. Bir süre sahile gelen çocukların kumdan kale yapışları seyretti. Deniz sonrası güneşlendi. Hala Fulya ortalıkta yoktu. Öğlen yemeği sonrası annesiyle beraber kuaföre gitti saçlarını yaptırdı.
Kaldığı eve geldiği zaman boy aynasında kendini süzdü. Elbise seçmek için dolabını açtı.
Elbise konusunda karar veremeyince önce makyajını yapmaya başladı. Makyajı bitince Tekrar dolabına döndü. Siyah renk topuklu ayakkabılarını eline aldı. Boyundan sıra dışı askısı ile göğüslerinin güzelliğini gizli bir şekilde ortaya koyan kırmızı elbisesini giydi. Rujunu sürdü. Siyah topuklu ayakkabılarını giydi. Kırmızı halıda yürüyen, Hollywood yıldızlarının ışıltısı gibiydi.
Ailesiyle yemek salona girdiği anda birçok göz üzerlerine çevrilmişti. Yemek masasına otururken Fulya’nın annesi Neriman Hanım gözleriyle karşılaştı, “çok güzelsin güzel kızım. Melekler gibisin “dedi. Bu sözlere çok şaşıran Cansu; Teşekkür ederken yüzünün kızardığını hissetti. Fulya’nın babası söze karışarak “kızım bu gün prensesler gibisin. Allah seni nazarlardan korsun ” dediği zaman, Cansu ellerini nereye koyacağını şaşırdı.
‘’Teşekkür ederim. Bu gün Fulya’yı göremedim. Herhangi bir şey yok değil mi ?” diye sordu.
“Hayır kızım. Biraz sonra burada olurlar “dedi.
Cansu, “demek ki ailem doğum gününü onlarla paylaşmamışlar “diye düşündü. Biraz sonra Fulya aralarına katılmıştı. Ahmet yine arkadaşlarının yanına geçmişti. Yemek sonrası, aileler gençlerden izin istediler.
Fulya, her zaman ki gibi pozitif, enerji doluydu. Bu gün abisiyle şehrin içini dolaştıklarını anlattı. Cansu’ya.” Harikasın! Ne kadar güzel olmuşsun!” diye, iltifatlara boğuyor, bir taraftan birisiyle mesajlaşıyordu.
Fulya ” Cansu biraz dolaşalım mı? İskeleye otururuz” dedi.
Cansu; “Bu kıyafetle mi? diye sordu. ‘’Bu gün topuklu ayakkabılarımı giydim’’
Birbirlerinin yüzüne bakıp, ellerine ayakkabılarını alarak, birden kahkahalar atarak koşmaya başladılar.
Fulya ;” Hayat dediğin iki nefes arası geçen süreyse ciddiye çok fazla alarak önemsememelisin. Sen ciddiye alıyorsun. Yaşamı tabi ki ciddiye almak gerekli ama içine mizahı, gülebilmeyi, inceliği ayrıntıyı yakalamalısın Cansu ” dedi.
Sahile geldikleri zaman Ahmet’in gitarıyla eşlik eden tüm aile ve dünkü arkadaşları “iyi ki doğdun Cansu “ şarkısı söyleyerek, karşıladılar. Cansu şaşkın durumda Fulya’nın boynuna sarıldı. Kumsalda dalga tınıları ve yıldızlar ile birlikte yapılan bir yaş günü organizasyonu kimi mutlu etmezdi ki! İskele balonlarla süslenmişti. Beyaz örtüler üstünde 3 katlı doğum günü pastası ve buz kovasının içinde iki adet şampanya şişesi duruyordu.
Cansu beyaz örtü serilmiş masadaki yaş pastasının mumlarını üflerken içinde “ herkesle birlikte mutlu olmak istiyorum” diye mırıldandı ve mumları alkışlar arasında pastasını kesti.
Hayatın her anında, değer verdiği insanlara sürpriz yapmak için bir neden yaratan Cansu’ya bu sürpriz olmuştu. Sürpriz karşısında şaşkınlıkla mutluluktan ayakları yerden kesildi.
Cansu; Fulya, bütün gün yoktun. Beni mutlu etmek için uğraştığına eminim.” dedi.
Fulya; sevgi dolu bakışlarla abisini parmağıyla göstererek, beraber hazırladık “dedi.
Cansu ” Teşekkür ederim” dedi. Ahmet gitarını bir kenara bıraktı ve elini tuttu. “Nice yıllara güzel kız” dedi.
Birden birinin belinden kavradığını hissetti. Serkan’dı. Birden, kulağına fısıldarken, dudakları kulağına değiyordu. ” harika gözüküyorsun, ne kadar güzelsin. Beni çılgına çevirdin” dedi.
Cansu, bu esnada her tarafının titrediğini hissetti.
A
hmet birden Serkan’ı, kolundan çekerek oradan uzaklaştırdı.
Cansu bu kalabalıkta bile kendisine çaktırmadan yaklaşan Serkan’dan uzaklaşarak kendini toparlamaya çalıştı.
Gençler bir araya gelip aynı yere eğlenmeye gitmek istediler. Cansu, Serkan’ı hem çok beğeniyor, hem çok korkuyordu. Serkan’ın son davranışımdan sonra tedirgin olmuştu. Bir pasta haneye gidip, dondurma yemek istediğini söyledi. Hem sohbet ederek, yeni arkadaşlarını tanıma şansı olacaktı.
Ahmet’le ilk kez yan yana oturuyorlardı. Kendine ilk kez yakın davranıyordu. Serkan’ının bakışlarını ara sıra üstünde hissediyordu. Bu bakışlardan hoşlandığı kadar bir o kadar tedirgin oluyordu. Ahmet’in ve Fulya’nın varlığı ise onu rahatlatıyor ve kendini güvende hissetmesini sağlıyorlardı. Dondurmalarını yerken neşeli sohbet ettiler ve birbirlerinin telefon numarasını almışlardı.
Cansu yatmadan önce Ahmet’e, mesaj çekti.
-Beni zor durumdan kurtardığınız için çok teşekkür ederim.
Ahmet’ten bir beş dakika sonra kısa bir mesaj geldi.
-Rica ederim. Fulya’nın arkadaşları benim için değerlidir.
Demek ki, Ahmet sadece Fulya’nın arkadaşı olduğu için onu korumuştu.
Cansu gibi, herkes hayatının bir döneminde böyle bir durum yaşamıştır. Ancak önemli olan bunu atlatabilmektir. Böyle bir arkadaşlık kazanmakta çok değerli diye düşündü. Fulya sayesinde olaylara bakış açısı değişmişti. Olaylara bakış şekliniz, var olan tek bakış açısı değildir. Arkadaşlarınızı kaybedip karşınıza çıkan fırsatları kaçırdığınız zaman duygusuz bir insana dönüşebilirsiniz. İçinde bulunduğunuz duyguya durumu göz önüne alarak düşünmek, kesinlikle doğru değildir. Gerçek arkadaşlıklar kaybedilmeyecek kadar değerlidir.