Getting your Trinity Audio player ready...
|
EŞSİZ önderimiz Atatürk’ün kurup ulusa emanet ettiği cennet vatanımız giderek büyüyen yangın yüzünden yıllardır cayır cayır yanıyor.
Bu yangın sabotajcıların kökü kurutulmadan sudan önlemlerle artık söndürülemez.
Ülkeye verilen zararlar bilgisizlikle, liyakatsizlikle adlandırılamayacak nitelikte…
Bunun şekli ulusa ihanet, ülkeye, devlete sabotaj…
Ulusun birleşmeye, bütünleşmeye tek ses olmaya en çok gereksinmesi varken hukukçuları böldüler. Tıp adamlarını birbirleriyle karşı karşıya getiriyorlar, meslek kuruluşlarını parçalamanın hazırlıklarını yapıyorlar.
Sizler bu satırları okurken belki henüz bilmediğimiz yeni oyunlara tanık olacağız.
Yarattıkları yangın büyüdükçe o yangının sonunda kendi sonlarını hazırlayacağını görüp, kapıldıkları korku ve panik yüzünden saldırganlıkları giderek artıyor.
Bakalım başka nelerle karşılaşacağız…
Tanrıya dua edelim başımıza daha kötü şeyler gelmesin.
İhanet listesine hangi kalemden başlasak?
Devlet Hazinesi soyularak hak edilmemiş şekilde kişisel servet sahibi olmaktan mı?
Ya, halkın büyük bölümü açlık sınırlarının altında, çöp artıklarıyla karın doyurmaya çalışırken Suriyelilere 37 milyar dolar harcamak…
Dış borçların faizini ödemek için yeni borçlar ararken Ahlat’a, Marmaris’e saraylar yapmak…
Cemaati olmayan turistik Çamlıca tepesine 100 milyon dolar harcayıp cami yapmak…
Kamunun üreten, istihdam ve teknoloji yaratan kurumlarını yağmalatıp yok etmek…
Avrupa’nın en büyüğü ve 2018 yılı verileriyle yolcu sayısı artışında ilk sırayı alan Atatürk Havalimanını kapatmak…
Saray saltanatına, diyanete mali kaynak yaratmak için İzmir’deki faciaya neden olan imar affı çıkarmak…
Hele Ege’deki depremi gördükten sonra Marmara bölgesinde yol açacağı felaketin büyüklüğü daha iyi anlaşılan İstanbul Kanalı diye tutturmak…
Bunlar ulusa sabotaj değil midir?
Ya kentlerin, sahil boylarının, ormanların, tarım arazilerinin rant alanına dönüştürülmesine, bunun da domino etkisiyle tarım ve hayvancılık sektörlerinin çöküşüne, dolayısıyla kırsal kesimlerde işsizler ordusu oluşmasına…
Maden sahalarının yabancılara peşkeş çekilmesine ne demeli?
Atatürk’ün kendi gelirlerinden yaptığı tasarruflarla örnek tarım işletmesi olarak kurup ulusa armağan ettiği çiftlik arazisi üstünde maliyeti enaz 4,5 milyar TL, günlük harcamalarının devlete yükü 10 milyon lira olan saltanat sarayı kurmak hem Atatürk’ün hatırasına hem devlete hem ulusa ihanet değil midir?
Hukuk ve eğitim alanında yaşananları sıralamaya gerek yok.
2023’de seçim olur mu, erken seçim mi olur, yoksa başımıza önceden göremeyeceğimiz başka, başka çoraplar mı örülür bilemeyiz.
Bu konuda ne söylesek yararı yok, sözün bittiği noktadayız…
Bu iktidar artık iflah olamaz umutsuz bir vakadır
*
BIRAKALIM yaşadıklarımızı tartışmayı, ihanetin kökü kurutulduğunda neler yapılması gerekiyor onu konuşalım…
Bırakalım particiliği, sağcılığı solculuğu, ulus vatan sevgisinde tek yürek, tek beyin olmanın zorunluluğunu gerekliliğini, kitlelere idrak ettirmenin yolunu, yordamını bulmaya çalışalım.
Kurucu parti CHP’yi yeniden Atatürk’ün CHP’si olmaya zorlayalım.
Siyasi parti görüntüsünden çok bir çıkar ortaklığı olan AKP siyasi hayatımızın dominant unsuru olmaya başladığı andan itibaren devletin hafızasına ne kazınmışsa hepsini “Tabula rasa” silip harabeye dönen yapıyı Atatürk’ün çizdiği plana uygun olarak onaralım.
Zaten Devlet tarikatçıların elinde devlet olmaktan çıkmış…
İdari yapıyı devlette devamlılık esastır kaygısına düşmeden bu iktidar döneminde atılmış bütün imzaları, anlaşmaları üzerilerine bulaşmış virüslerden temizleyip ulusun çıkarları neyse ona göre düzenleyelim.
Devletin devlet olması demek aynı zamanda hukukun kirletilen namusunu temizlemek demek…
Öyle bir seçim yasası düzenlenmeli ki Yüce Meclise koltuk aşkıyla doluşan parmak kaldırıp indirmekten başka işe yaramayan, asalak abur cubur takımının yerini ülkeye ulusa hizmetten başka amacı olmayan idealistler alsın.
Yapmamız gereken çok şey olacak
Önce hiç zaman kaybetmeden yapılacak ilk iş “Nereden Buldun Yasası”nı yeniden canlandırıp devleti, halkı soyanların yakasına yapışıp çaldıklarını geri alıp devletin olanı devlete, halkın olanı halka vererek koma halindeki ekonomiye hayat öpücüğü olmayı sağlamak olmalı.
Böylece yaratılacak kapasiteyle yine hiç zaman kaybetmeden tarımsal kesimin, köylünün kalkınmasının adımları atılmalı.
Toprak ağalarının, aşiret reislerinin homurdanmalarına fırsat bırakmadan feodal yapı çökertilerek Toprak Reformu yapılmalı, Köy enstitüleri yeniden hayata geri döndürülmeli…
Yağmalanan kamuya ait kurumlar yeniden asıl sahibine iade edilmeli.
Özelleştirme diye yapılan şu skandala bakın:
Milli Piyango idaresi satıldı, adam insanların hayallerini istismar ederek servetine servet katıyor.
Hıfzısıhha Enstitüsü kapandı ilaç sektörü komada …
Saraylara, makam arabalarına uçak filolarına ödenek yetmiyor,
Diyanetin gözü paraya doymuyor ama hastahanelerde ilaç sıkıntısı, eczahanelerde bulunamayan ilaçlar var.
Neden?
Yurt dışından satın alınan ilaçların borçları ödenemediği için yeni dış alım yapılamıyor da ondan…
Hıfzısıhha Enstitüsünün kapatılması ulusa ihanet, ülkeye sabotaj değil de nedir?
Hiç zaman kaybına tahammülü olmayan işlerden biri de eğitim sistemini ilkel yapısından kurtarıp çağdaşlaştırmak olmalı.
İmam Hatip Okulları kapatılıp yerine ülkenin ihtiyacı kadar aydın din adamı yetiştirecek Teoloji okulları kurulmalı.
Kutlanması engellenen ulusal bayramlar eskiden olduğu gibi yine coşkuyla kutlanmaya başlamalı.
Atatürk ve kurtuluş savaşı kahramanlarının adını taşıyıp da değiştirilen tesislerin adları iade edilmeli.
Başta bölge ülkeleri olmak üzere anlaşmazlıklar ortadan kaldırılıp, ülkemizin uluslararası camiada saygınlığını artırmak için bölge ve dünya barışına hizmet edecek dış siyaset stratejisi geliştirilmeli.
Ülkeyi yönetenlerin görmezden gelmesinden yararlanan Yunanlıların işgal ettiği Misakı Milli sınırlarımızın içindeki
Egedeki adalarımız dünyaya güçlü bir ülke olduğumuzu göstermek için önce barış koşullarını zorlayarak, ama mutlaka işgalden kurtarılmalı.
Büyük önderimizin ulusa armağanı olan Atatürk Orman çiftliği yağmadan kurtarılarak üstündeki tesislerle birlikte olabildiğince eski haline getirilmeli.
Arazi üstünde ulusa maliyeti çok yüksek olan kaçak saray ve ek binaları yıkmak artık rasyonel olmayacağı için yapılacak en uygun uygulama Atatürk’ün hedefleri doğrultusunda sözgelişi bir eğitim kurumuna, Üniversite kampüsü haline dönüştürülmeli.
O zaman bu üniversiteye verilecek en uygun isim neden Üniversite Reformunun mimarı olan “Dr. Reşit Galip
Üniversitesi” olmasın?
Bugün ülkeyi yöneten kişinin “Adı son derece şaibeli bir isim” diye lekelemeye çalıştığı büyük devrimcinin ilkel
İstanbul Darülfünununu modern üniversiteye dönüştürmesini üniversiteyi perişan etmek diyerek yaptığı haksızlığa olan utancımızın üstünü örtmüş oluruz böylece…
Ülkeyi yöneten şu zihniyete bakın:
Hiçbir bilimsel araştırmanın yapılmadığı, sadece Batı’dan alınmış tercüme metinler üzerinde yapılan kıraatla eğitim yapılan çağının yüzlerce gerisinde bir medrese düzeni…
Bu düzeni Nazilerin zulmünden kaçan Alman bilim adamlarını davet ederek modern bir üniversite oluşturmak
Üniversiteyi perişan etmekmiş…
Ülkemizin 18 yıldır neden yangın yerine döndüğünü anlayabilmenin şifresi bu…
*
YAPILACAK çok işimiz var, yolumuz uzun ve çetin…
Başarılacak olanları o günler geldiğinde görmeye pek çoğumuzun ömrü yetmeyebilir.
Ancak unutmayalım ki bu ülke sadece bizim değil, Atatürk nasıl bıraktıysa aynen öyle muhafaza ederek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni daha da yükselterek gelecek nesillerle buluşturmamız için bize bıraktığı emanetidir.
Keşke bunu ulusça bütün herkes bir anlayabilse, bir idrak edebilse…