Getting your Trinity Audio player ready... |
YILLARDIR ülkemizin bütün yönetim birimlerini vesayeti altına alarak ulusun kaderine egemen olan kişi iktidara geldiği ilk günlerde kamuoyunun genel değerleriyle örtüşmeyen tavır ve düşüncelerine karşı oluşacak olası tepkileri yumuşatmak amacıyla olacak “Ben değiştim” diyordu.
Sonra baktı, toplum algısında bir hoşnutsuzluk yok ve işler kendi istediği gibi gidiyor “Ben değişmedim toplum değişti” diyerek çark etti.
Zaten Atatürkün sonsuzluğa göçünden sonra cehaletin kucağına itilen toplum dinî duyarlılıkları kullanılarak, nereye istense sürü içgüdüsüyle oraya sürüklenmeye yatkındı ve gerçekten değişmeye başladı.
“Artık bu kadarı da olmaz” dedirten, dünyada belki de hiçbir toplumda benzerine rastlanamayan derinlikte, kişilerin yaşam tarzını, kültürünü, bilim dünyasını, insanların hayallerini, geleneklerini ulus bağlılıklarını, ülkenin zenginliklerini erozyona uğratan, toplum psikolojisini, aklî ve ahlaki zihniyetini alt üst eden bir değişim…
“Alıştıra, alıştıra geliyoruz” denilerek, organizasyonu birkaç on yıla sığdırılan muazzam bir değişim…
Bozulan, saldırıya uğrayan, hasara maruz kalan toplum değerlerine eski niteliklerinin kazandırılmasının nesiller boyunca mümkün olamayacağı türden bir değişim…
Eşsiz önderimiz Atatürk’ün kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyetinde toplumu çağdaş değerlerden koparan bir değişim…
Hissetme duyarlılığı olanlar için günü yaşarken de bütün değişim sürecini düşünürken de, düşündükçe adeta insanın beynini zonk zonk attıran bir değişim…
2012 yılından itibaren son sekiz yılda 4022 okul kapatılarak çağdaş eğitim kurumlarının gelişmesinin önü kesilmişse…
Dağ tepe İmam Hatip okulları ile doldurularak ve yarı medrese eğitimi verilen dinî vakıflara ait okullar geniş zemin kazanmış, böylece Marx’ın dediği gibi “Cehalet egemen sınıfların ustalıkla kullandığı silah” olmuşsa…
Bu olgu Goethe’nin “Hiçbir şey eyleme geçmiş cehaletten korkunç olamaz” şeklindeki sözlerinin pratiğe yansıması…
Büyük önderimiz Atatürk “Gerçek kurtuluş ancak cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur. Cehalet kaldırılmadıkça toplum yerinde kalıyor demektir, yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir” der.
Toplumumuz nereden bakılsa tam bir gerileme sürecinde…
İşte bu nedenle, gençler arasında yapılan bir anketten gençlerin yüzde 66’sının artık Türkiye’den başka bir ülkede yaşamak istediği sonucu çıkmışsa değişimin bıraktığı hasarı tek tek saymaya gerek yok.
Böylesi koşullarla oluşmuşsa eğer, değişimi anlamaya Sosyoloji, Sosyal Antropoloji, Psikoloji ve Sosyal Psikolojiye, değişimin gerisindeki hasta zihniyetin ne olduğunu görebilmek için de Psikiyatri biliminin bulgularına gereksinim var.
“Ben değiştim”den, “Ben değişmedim, toplum değişti”ye, oradan da “Alıştıra, alıştıra geliyoruz”a geçişin zihinsel ve mantık kurgusu ile parmaktaki yüzük gösterilip, “Bütün servetim bu, zengin olursam bilinsin ki yolsuzluk yapmışımdır” diyerek dünyanın en zengin siyasetçilerden biri olmanın mantık ve moralite disiplini aynı kökendendir.
*
TOPLUMLARIN huzurlu, mutlu, gönençli kitlelerden oluşmasının belirleyicisi ekonomi, eğitim düzeyi ve kültür yapısı gibi sosyal çevre faktörleridir.
Ancak bunlar bütünü açıklamaya yetmez, sadece yönetilenler değil, toplumu yönetenlerin kişilikleri ve yönetenlerle yönetilenler arasındaki bağlar da belirleyicidir.
Bu bağlamda en az yönetenler kadar yönetilenlerin de sorumlulukları vardır.
Esasen insanı konu edinen sosyal bilimlerin, felsefenin ele aldığı başlıca mesele budur…
Bize yaşamın her alanını öğreten Başöğretmenimiz eşsiz Atatürk yönetilenlere sorumluluklarını şöyle gösterir:
“Vatandaşlar: Vatanınızda herhangi bir şahsı, istediğinizi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evlâdınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî mevcudiyetinizi bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket kadar büyük hata olamaz.”
*
ESKİ çağlardan günümüze kadar tarih boyunca pek çok örneği vardır.
Seçimle gelseler bile baskı rejimi kuranların, diktatörlüğe yönelenlerin psikolojik sorunları vardır ve hemen hepsi ülkelerinin büyük felaketlere uğramasına neden olmuşlardır.
O zaman konumuzu biraz daha açmak için sosyal bilimleri bir yana bırakıp, Psikoloji ve psikoloji ile Tıp alanını buluşturan Psikiyatri alanına girelim:
Günlük yaşamımızda sıkça Paranoya, Şizofreni, Paranoid şizofren, Narsisizm, Mitomani, Kleptomani, Déjà vu gibi psikiyatrinin konusu olan ruh hastalıklarıyla ilgili kavramlarla karşılaşırız.
Diktatörlerin pek çoğu ya paranoyaktır ya da şizofreni gibi kişilik bozukluğu yaşayan tıbben hasta kişilerdir.
Bilim adamlarına göre genetik, biyolojik, nörolojik ve sosyolojik nedenlere bağlı olabilen Paranoid semptomlar bastırılmış duygularla ilgilidir ve genellikle şöyle bir tablo ortaya koyar:
Başkalarına karşı aşırı şüphe, güvensizlik…
Herkesten şüphelenme…
Şüphelerinde başkalarını inandırıcı becerileri olma…
İnsanların her hareketinden yanlış anlamlar çıkarma…
Eleştiriye öfkeyle tepki verme, inkarcılık…
Tartışmalarda her zaman haklı olduğuna inanma…
Kendi sorunlarını görememe…
kendilerine komplo kurulduğunu üzerine senaryolar kurma…
Abartılı gurur…
Düşmanca, saldırgan tutum…
Şiddete eğilim…
Şizofreni ise kişinin neyin gerçek, neyin hayali olduğunu anlayamadığı hezeyanlar, halüsinasyonlar, düşünce ve davranış bozukluklarıyla ortaya çıkan bir zihinsel bir hastalık…
Şizofreninin klinik tablosunda başkalarına güvensizlik, çok katı ve sert tutum, ara sıra fizyolojik yapıyla yakından ilgili yüzlerini buruşturmak ya da biçimsiz duruşlar yapmak gibi katatonik hareketler…
Kimileri de tamamen içe kapanırken kimileri daha sosyal olabilirler.
Paranoid Şizofrenler işkence ve zulüm gördükleri ya da birileri tarafından cezalandırıldıkları şeklinde hezeyanlar yaşarlar.
Psikolojik hastalıklardan birisi de Mitomanidir.
Mitomani dikkat çekmek amacıyla yalanlar söyleme ve yalanlara kendisinin de inanması halidir. Mitomanlar yalanlarını desteklemek için sürekli yeni yalanlar üretir, onları geçmişte yaşadıkları anılar gibi anlatırlar.
Kendini övünmeyi seven, kendilerine hayran kişilerdir.
Hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, intihal yani başkalarına ait eserleri, buluşları kendisine aitmiş gibi kullanma gibi suçları işleyenler, suça eğilimli kişiler genellikle mitomanlardan çıkar çok kez…
Mitomaninin bir başka türü Narsisizmdir.
Narsist kişi kendisinin her şeyi bilen, erdemli, şefkatli, başarılı olduğu inancını taşır
Vefasız ve nankördürler, başkalarını dinlemez, empati kurmazlar.
Onlar için itibardan tasarruf olmaz, önemli olan para, güç ve ihtişamdır, İltifat görmektir.
En ufak eleştiriye tahammülsüz olup eleştiriye tepkileri çok serttir.
Şizofrenik rahatsızlıklarda sıkça görülen semptomlardan bir başkası da bir olayı önceden yaşanmışlık hissi yaratan “Déjà vu” olgusudur..
Fransızca’da “Daha önce görüldü” anlamındaki “Déjà vu en çok epilepsi hastalarında görülür. Nöbet öncesinde bilinç açık iken ortaya çıkan “Déjà vu” kriz halini daha da şiddetlendirir.
“Déjà vu’nun bir benzeri “Jamais vu” daha önce gerçekten yaşanmış bir olay hiç yaşanmamış hissidir.
*
BÜTÜN bu vaka halleri günümüz Türk toplumu için hiç de yabancı ve yadırgatıcı değil…
İsterseniz Ömer Hayyam’ın çok ünlü bir dörtlüğüyle konuyu kapatalım;
Celladına aşık olmuşsa bir millet,
ister ezan ister çan dinlet.
itiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
müstahaktır ona her türlü zillet…