Getting your Trinity Audio player ready... |
Ben bu yaşıma kadar çok depremler yaşadım…
Ama 30 Ekim’deki kadar şiddetlisini ve uzun süreni yaşamadım…
Korkudan neredeyse altımıza yapacaktık…
Bilgisayarda geziniyor, gazetelerin internet sayfalarına bakıyor, ilgimi çeken haberleri okuyordum…
Birden bir gök gürültüsünü andıran bir şey patladı içimde…
Aynı anda şangırtılarla birlikte sarsıntı başladı…
Daha ne olduğunu anlamadan sarsıntının şiddeti ve hızı öylesine arttı ki…
Duvarlar bir sağa yatıyor bir sola…
Avizeler, yürekleri ağzımıza getiren trapez cambazı gibi sallanıyordu…
Eşime sesleniyordum ancak duyuramıyordum…
Ya da korkudan sesim çıkmıyordu ama ben bağırdığımı sanıyordum…
Oturduğum yerden eşimin yanına gitmek için telaşla fırladım…
Daha birinci adımımı atmadan kendimi yerde buldum…
Bir an için binanın üzerimize çökeceği duygusu tüm hücrelerimi kapladı…
Korkudan titremeye başlamıştım…
Bahçe katında oturmaktayız, üzerimizde beş kat daha var…
Değil sağ olarak kurtulmak cesetlerimizi bulmaları imkânsız…
Mezarımız bile olmayacaktı…
Ölümün sessiz çığlığı kulaklarımı parçalar gibiydi…
Kızım.. Oğlum… Gelinim… Torunlarım… Kardeşlerim ve tüm sevdiklerim çok hızlı çekilmiş film şeridi gibi akıp geçti gözümün önünden…
Güçlükle kütüphane raflarına tutunarak doğrulduğumda sarsıntının şiddeti azalıyormuş gibi geldi bana…
Birkaç adımda mutfağa ulaştım, tam o arada sarsıntı yine coştu…
Eşim mutfak tezgâhının üzerine başını uzatmış kelimeyi şahadet getiriyordu…
Sessizce ama sımsıkı sarıldık birbirimize…
Saniyeler içinde yaşadıklarımız bize saatler kadar uzun gelmişti…
Sarsıntı bittiğinde bile birbirimizden çözülmedik uzun sure…
Birden cep ve ev telefonlarımız çalmaya başladı…
Kızım bir yerden torunum bir yerden arıyordu…
Sabit telefondan arayan ise İstanbul’daki oğlumdu…
Telefonların ardı arkası kesilmiyordu…
Eş, dost, akraba, arkadaş…
Hepsi aynı şeyi haykırıyordu kulaklarımıza…
-Hemen evden kaçın… Çabuk olun…
Ellerimiz titreye titreye… Yüreğimiz çarpa çarpa koşuşturduk..
Suyu kes… Doğalgazı kapat…
İlaçları topla… Kimlikleri unutma…
Ve sonunda attık sokağa kendimizi…
Şöyle bir çevreye baktım önce…
Yaşadığımız bölgede çok şükür yıkılan ve hasar gören bir bina yok…
Her yer insan dolu…
Biz kaçıp kurtulma konusunda da sondan birinci olmuştuk…
Bazı vatandaşlar evlerinden kanepe, sandalye masa çıkarmışlar…
Deprem korkusu, Korona virüsünü unutturmuş, çoğu maskesiz…
Saatler ilerledikçe tedirgin olmaya başladık…
Ne olup bittiğini bilmiyoruz…
Haber Hürriyeti’ni aradım… İbrahim Irmak bazı bilgiler verdi…
Depremin merkezi Seferihisar ilçesinin 17 kilometre uzağında ve denizde imiş…
İhtiyaçlarımızın gittikçe artan baskısı, korkularımızı yendi eve girdik…
Televizyonu açıp haberleri dinleyince, depremin şiddetini anladık…
Bayraklı ve Bornova’da hasar büyük…
Ölü sayısı gittikçe artıyor…
Torunum bir taraftan tir tir titremekte…
Karım şoka girmiş gibi hareketsiz…
Konuşmuyor boş gözlerle bakıyor sadece…
Kızım, “her kes sokaklarda apartmanda bizden başka kimse kalmadı kaçalım canımızı kurtaralım” demekte…
Kaçalım da nereye…Nasıl ve neyle?…
TV kanallarında yıkılan binaları görüp ölü sayının her an arttığını öğrendikçe korkularımızın yerini üzüntü aldı…
Bir yandan kurtulduğumuza şükrediyor… Öte yandan kayıplar için ağlıyorduk…
Sonunda öfke patlaması yaşandı bizim evde…
Ne iktidarı kaldı ne muhalefeti…
Ne Belediyesi kaldı ne müteahhidi…
Uzun ve uykusuz bir gecede elimizden gelen tek şey vardı…
Dua etmek…
Allah’ım hayatlarını kaybeden depremzedelere rahmet eyle…
Denetim görevini yapmayan suçluları helak eyle…
Çadırlarda yaşam savaşı verenlere yardım eyle…
Sevdiklerini yitirenlere sabır ihsan eyle…
Vatanımıza milletimize bir daha onulmaz acılar yaşatma…
Fikret Kalmuk