Getting your Trinity Audio player ready...
|
Eski Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) tanınması için koşulların oluştuğunu ancak bunun için Türkiye’nin mevcut dış politikasında revizyona gitmesinin şart olduğunu belirtti.
Dışişleri Bakanlığı ve Kıbrıs’tan sorumlu Devlet Bakanlığı görevlerini yürütmüş olan, Kıbrıs konusunda akademik çalışmaları da bulunan Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel, KKTC’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin tamamlanmasıyla başlayan yeni dönemi Cumhuriyet’e değerlendirdi. KKTC’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Rum tarafının uzlaşmaz tavrına karşın her koşulda adada federasyonu savunanlarla federal çözüme alternatif olarak iki devletli çözümü savunanlar arasında referanduma dönüştüğünü belirten Gürel, “Kıbrıslı Türkler, ‘Federasyonu görüşmeye devam edelim’ diyen adayı değil, ‘Artık masada başka çözüm olmalı’ diyen Ersin Tatar’ı cumhurbaşkanlığına getirdiler” dedi.
‘ADIM ATILMADI’
2004’te Annan Planı’nın Rum Kesimi tarafından büyük bir çoğunlukla reddedilmesinin ardından o dönem Türkiye’nin ve KKTC’nin tanınma yönünde bir adım atmadığını anımsatan Gürel, “O zamanlarda rahmetli Denktaş bana bazı görüşme tutanaklarını göstermişti; o görüşme tutanaklarında hem Türkiye Dışişleri Bakanı hem de o zamanki KKTC Başbakanı’nın Annan referandumundan sonraki ilk uluslararası toplantıda masaya ‘Biz tanınma istemiyoruz’ diye oturduğu görülüyor. Herhangi bir ilişkide görüşmeye ‘Beni tanımayın’ diye başlarsanız kimse sizinle eşitliğe dayalı bir görüşme yürütmez. Şimdiye kadar olan biten budur” diye konuştu.
Kıbrıs’ta Rum tarafının müzakerelerin hiçbir aşamasında Türk tarafıyla eşit bir ortaklık kurmayı kabul etmediğini vurgulayan Gürel, “Rum tarafı taleplerinde hep maksimalist olmuştur, adanın hepsini, yönetimin tamamını ve bunun hemen olmasını isterler. Bunu hep göstermişlerdir. Son olarak Crans Montana’da KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın hem toprakların bir bölümünden vazgeçen haritayı vermesi hem egemen eşitlikten büyük ölçüde vazgeçmeye ve garanti sisteminin ortadan kalkmasına razı olacağını ima etmesine rağmen Rum tarafı bu çözümü bile kabul etmemiştir” dedi.
Gelinen noktada Kıbrıs’ta iki devletli bir çözümden başka bir çözümün olası olmadığını söyleyen Gürel, “KKTC’nin tanınması konusunda da en büyük sorumluluk Türkiye’ye düşüyor. Ben yeni oluşan uluslararası konjonktürde KKTC’nin tanınması lehinde bir durum olabileceğini de düşünüyorum. Eğer Kafkasya’daki durum değişip Azerbaycan, Karabağ konusunda kendi istediği çözüme ulaşabilirse ve Türkiye Doğu Akdeniz’deki dengeleri iyi hesaplar, şimdiye kadar uyguladığı herkesi düşman edinme politikası yerine yeni dostlar kazanmak ve yeni işbirlikleri kurmak yolunu seçerse KKTC’nin tanınmaması için bir sebep yoktur. Ki bana sorarsanız artık KKTC’nin adının Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne dönüştürülmesi de düşünülmeli” dedi.
İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı Jack Straw’un uzun süredir Kıbrıs’ta ancak iki devletli bir çözümün mümkün olduğunu savunduğunu kaydeden Gürel, “Dolayısıyla uluslararası alanda artık sürüncemede kalan bu konunun iki devletli bir çözüme doğru götürülmesinden başka bir çare kalmadığı konusunda anlayış birliği oluşuyor. Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan ne kadar direnirlerse dirensinler sonunda varılacak olan yer burasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; Doğu Akdeniz’de artık sorunların çözülmesi için, daha önce nedensiz ya da kişisel nedenlere bağlı olarak kendimizden uzaklaştırdığımız siyasal aktörlerin, devletlerin de bir işbirliği ortamına çekilmesini sağlamak olmalı. Bunları yapabilirsek dış politikada son derece hızlı ve iyi çözümler yakalayabiliriz” ifadelerini kullandı.
‘YENİ BAKIŞA İHTİYAÇ VAR’
Gürel, tarihsel olarak Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde yaşanan gelişmelerden kaynaklı geliştirdiği dış politika manevralarının benzerlerine bugün de ihtiyaç duyduğuna dikkat çekerek “1964’te ABD, Türkiye’ye Johnson mektubunu gönderdi, o zamandan itibaren Türkiye, NATO anlaşmasının nasıl yorumlanabileceğini görüp ilişkilerini bölge devletleriyle, Sovyetler Birliği’yle çeşitlendirmeye çalıştı ve büyük ölçüde başarılı oldu. 1974’te ise Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ABD’nin silah ambargosunu yaşadık. O da hem ulusal savunma sanayiinin geliştirilmesiyle ve Akdeniz’deki dostlukları geliştirerek, Kaddafi’nin desteğiyle aşıldı. Bunların unutulmaması gerekiyor ama unutuluyor. O zamana göre bugün yanlış çizgilerde yürütülen bir dış politikadan söz etmek mümkün. Bir ulus devletin dış politikası ümmetçilikle, mezhepçilikle, hele hele Müslüman Kardeşler destekçiliğiyle bağdaşmaz, bu konuda Türkiye’nin artık bu iktidarla ya da başka bir iktidarla yeni bir bakışa ihtiyacı var” dedi.
‘İÇ POLİTİKA MALZEMESİ YAPILMASIN’
Kıbrıs konusunda Kıbrıs Türklerinin çıkarına bir sonuç elde edilmesi için Türkiye’de iktidarın meseleyi iç politika hesapları üzerinden değerlendirmemesi gerektiğini söyleyen Gürel, şöyle konuştu: “Kıbrıs konusunun bir iç politika malzemesi yapılması, iç politika hesapları üzerinden dış politika geliştirilmesi büyük yanlış olur. Kıbrıs, bütün iç politika konularının üzerinde yer alan ulusal bir davadır, iktidarın bunu teslim etmesi gerekiyor. İktidarın ‘Kıbrıs’ı ancak biz çözeriz, Kıbrıs’ta yeni adımları biz atarız, hatta bu işi ilhaka kadar götürürüz’ söyleminden geri durması gerekiyor. Bir de ‘AKP iktidarı 2023 seçimlerinden önce Kıbrıs’ı ilhak etmeye hazırlanıyor’ gibi söylentiler var. Zaten son dönemde AKP’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası alanda pek iyi bir şöhreti bulunmuyor, içeride baskıcı, dışarıda yayılmacı bir politika izlediği savı öne sürülüyor. Artık hepimizin bu izlenimi değiştirmek için harekete geçmesi gerekiyor. Fakat burada en büyük sorumluluk iktidara düşüyor. Kıbrıs Türkünün bağımsızlığını savunmak başka bir şeydir, Kıbrıs Türkünü yeniden bağımlı hale getirmeye çalışmak başka bir şeydir. Bunun ayrımının iyi yapılması gerekiyor.”