Getting your Trinity Audio player ready... |
“20. yüzyıldan 21. yüzyıla milliyetçiliğin geldiği nokta ve geleceğine ilişkin bir yazı dizisi hazırlıyoruz. Sayfalarımız bu konudaki görüşlerinize açıktır. Sorularımızı yanıtlamak isterseniz salgın koşullarını dikkate alarak görüşmek isteriz. Yazı yazmak isterseniz aynen kullanırız…”
İYİ Parti yöneticileri, Cumhuriyet gazetesine duydukları saygıyı özenli ifadelerle dile getirdiler, Akşener’in diziye katkıda bulunabileceğini söylediler. Birkaç gün sonra ise “Partimizin ikinci olağan kurultayı var, kurultayın ardından genel başkanımız sorularınızı yanıtlayabilir” mesajını paylaştılar.
Bahçeli’ye, Cumhuriyet Kitapları’ndan yayımlanan “Orta(daki) Asya Ülkeleri” kitabımızı ulaştırdık. Türk dünyasındaki gelişmeleri yerinde de izlediğimizi, yazı dizisinde Orta Asya’daki milliyetçiliğin durumuna da yer vermek istediğimizi ilettik. İki gün sonra MHP Genel Merkezi özel kaleminden Özgür Bey aradı, “Müsaitseniz Genel Başkanımız Devlet Bahçeli görüşmek istiyor” dedi. Kısa telefon görüşmesinde Bahçeli, “Kitabınızı aldım, teşekkür ederim, çalışmalarınızın devamını dilerim” dedi. Dizi yazısıyla ilgili olarak da şunu söylemekle yetindi:
“Arkadaşlar bilgi verdiler. Değerlendireceğiz…”
‘ESKİ GENÇLER’ MHP’Yİ ONAYLAMIYOR
1970’li yıllarda gençliği, 1980’li yıllarda hapisliği, 1990’lı yıllarda yeni arayışları yaşamış ülkücü kuşağın önemli bir bölümünde, bugünkü MHP yönetimine kızgınlık, kırgınlık, küslük, öfke var. MHP Genel Merkezi’nin milliyetçi kökenli aydınları, akademisyenleri dışladığını, dışlamaktan öte partiye “yaklaştırmadığını” düşünüyorlar.
Bugün sorularımızı yanıtlayan Selçuk Özdağ ve İrfan Sönmez, düşüncelerini açıkça ifade edenler. Kimileri de konuşmak istedi, yazılmasını istemedi!
Özdağ ve Sönmez, yukarıda yaptığımız tanımdaki kişiler. 1980 sonrası Özdağ 7 yıl, Sönmez 10.5 yıl hapis yatmış. Ülkü Ocakları’ndan geliyorlar. MHP’nin bugünkü çizgisini ve ortaklığını onaylamıyorlar, ağır ifadelerle eleştiriyorlar.
MHP, bu tür eleştirilere farklı tonda yanıt veren bir parti. Güzel bir Balkan atasözü var: “Kardeşe kardeş demeyen, yabancıya efendi der.”
Bunu, “Kardeşiyle konuşamayan, yabancıya efendi der” diye de değiştirebiliriz. Bu bağlamda MHP’nin vereceği yanıtlara sayfalarımızın açık olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.
DOÇ. DR. SELÇUK ÖZDAĞ: 12 EYLÜL, ATATÜRK POMPALAYIP TÜRK-İSLAM SENTEZİ DİKTE ETTİ
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Selçuk Özdağ, milliyetçiliği demokratikleştirmek ve sivilleştirmek gerektiği görüşünde. AKP-MHP birlikteliğini “ortaya karışık”, çıkara dayalı bir durum olarak görüyor. Göktürk Yazıtları’yla Nutuk arasında benzerlikler olduğunu düşünüyor. Özdağ’ın siyasi yaşamı Ülkü Ocakları’nda başladı, Büyük Birlik Partisi’nde devam etti, 2011 yılında AKP’den Manisa milletvekili seçildi, 2019’da istifa ederek Gelecek Partisi’ne geçti.
– Siyasi geçmişinizin ışığında 1970’lerden bugüne milliyetçiliği nasıl yaşadınız?
1980 sonrası milliyetçilik kavramının daha çok aksiyoner tarafında yer alan ülkücü kesimlerin birçoğu, malum olduğu üzere sancılı bir süreç geçirdi. Bu kesim (ki içinde benim de olduğum ve 1 senesi hücrede 7 yıl cezaevinde kaldım) cezaevi sürecinde, inandıkları ve yanında durdukları devletin kendilerine bu kadar acımasız davranması karşısında ciddi travmalar yaşadı. Bazı arkadaşlarımız farklı oluşumlara itildi. Bunlardan bazılarının manevi boşluklarını gidermek istemeleri neticesinde İslami okumalar yapmaları ile ileride radikal denebilecek tarzda fikirleri benimsemeleri söz konusu oldu. Bu süreçte 1980 askeri darbesi ile güçlenen “Türk-İslam sentezi” fikriyatının darbeciler eliyle bir devlet politikası haline gelmesi de ayrıca manidardır. Kenan Evren ve arkadaşlarının görünürde Atatürk söylemleri ve zorlamaları ile halka Atatürkçülük pompalarken, alttan alta “Ilımlı İslam, Türk-İslam sentezini” dikte etmeye çalışması hep kuşku yarattı. Bu kuşku, geçmişten bu yana ciddi bir birikime sahip olan milliyetçilik kavramının içinin boşaltılması ile yerini gerçeğe bıraktı.
– Bu süreci bugüne taşırsak AKP-MHP birlikteliği tarihsel bir sentez mi, dönemsel bir işbirliği mi?
Koalisyon iktidarının paydaşı olan ve adına kendilerinin Cumhur İttifakı dedikleri yapı, tarihi ve ilmi perspektiften vareste, “ortaya karışık” bir oluşum görüntüsü vermektedir. Aslında Cumhur İttifakı ile oluşturulan sözde birlik, aynen 80 darbesi sonrası devlet eliyle oluşturulan yapay Türk-İslam sentezci içi boşaltılmış milliyetçilik ve İslam anlayışının bir benzeridir. O zaman resmi bir görüş olarak uygulanan bu pratik, bugün de Cumhur İttifakı ile kendine yeni bir mecra bulmuştur. Belki tek farkı öncekine göre daha bir çıkarcı ve oportünist olmasıdır. Yanlışlarının ve hukuksuzluklarının üstünü örten bir birliktelik tarihsel bir sentezden ziyade dönemsel bir çıkar işbirliğine dayanmaktadır.
– Atatürk’ün mücadelesini ve onun adıyla ifade edilen milliyetçiliği nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Kemal Atatürk, 1921 yılında “Ne İslam birliği ne de Türk birliği bizim için bir doktrin veya mantıklı bir politika meydana getirebilir. Bundan böyle yeni Türkiye’nin, hükümet politikası kendi milli sınırları içerisinde Türkiye’nin kendi öz egemenliğine dayanma ve bağımsız yaşamadan meydana gelmektedir” diyerek en baştan ulus devlet özelinde gerçekçi ve ayakları yere basan bir milliyetçilik anlayışını benimsediğini ifade etmiştir.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, sonuç odaklı, vatandaşlarının refah ve zenginliğini amaçlayan, muasır medeniyet idealini gerçekleştirmeye yönelik somut adımlar atmıştır. Bu manada milliyetçilik anlayışının vatandaşlık bilinci ile güç kazanan tarafına işaret ederek ırk temelli yaklaşımları dışlamıştır. Türk milletinin beka ve gerçekçi hedeflerinin İslamcılık (ümmetçilik) ve Turancılık gibi uzak hayaller yerine tüm milletler ile medeni ilişkiler kurabilen gerçekçi ve modern bir milliyetçilik modelini ortaya koymuştur. Esasen Atatürk, bugünün, modern dünyanın da kabul ettiği, işbirliğine açık, eski dönemlerin emperyal ve sömürgeci anlayışından uzak bir anlayışı o günlerde görerek ufkunun ne kadar açık olduğunu göstermiştir. Özelde yerel ama genelde evrensel bir tarafı olan milliyetçilik kavramını “Yurtta sulh cihanda sulh” terkibi ile somutlaştırmıştır. Benim de milliyetçilik anlayışımın bu manada Atatürk’ün temellendiği ilkeler etrafında şekillendiğini ifade etmeliyim. Atatürk’ün milliyetçilik kavramının geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk milletine rehber olacağı kanaatindeyim. Bugün yukarıda da eleştirdiğim içi boşaltılmış slogana dayalı ve dışlayıcı milliyetçilik anlayışının başka tepkisel milliyetçilik akımlarını da beslediğini unutmamak gerekiyor. Ülkemizde mesela Türk milliyetçiliğinin karşısında Kürt milliyetçiliğinin nüve bulması bu sebepledir.
– Ülkücü hareketin 70-80’li yıllarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
O dönem vatanımızın bölüneceğine, özellikle Sovyetlerin etkisi ile hareket eden grupların ülkemizi parçalayacağına inandırılmış gençlerdik. 12 Eylül sonrasında MHP’nin darbeciler eliyle kapatılması, lideri Alparslan Türkeş başta olmak üzere yöneticilerinin cezaevine gönderilmesi, ülkücü hareket içinde kopuşlar ve farklı alanlara yönelişler meydana getirdi.
‘Farklı olabilirdi’
– Ülkücü hareket kendini, işlevini sorguladı mı?
Ülkücü hareket, darbelerin arkasındaki mantığı anlasa, kendine ona göre bir misyon biçseydi bugün hem hareket hem ülke olarak başka bir konumda olabilirdik. Ancak onları devletten uzak tutmak isteyenlerin oyununa gelerek hep vatan nöbetinde kaldı, bazıları da milletin malını çalarak onun üzerinden saltanat sürdü.
– Türk milliyetçiliğinin entelektüel birikimini ve üretimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk milliyetçiliğinin, yazılarıyla (şiir, nesir, tarih, sosyoloji vs.) ve söylemleri ile teorisyenliğini yapan ciddi bir entelektüel birikimi vardır.
Maalesef Türk milliyetçiliği, bugün kısır tartışmaların içinde ciddi hiçbir söylem üretemeyen bir yapıya evirildi. İşçi hakları, çevre, kadın hakları-cinayetleri, demokrasi, yargı bağımsızlığı, medyaya baskı, işçi ölümleri-çocuk işçiliği, küresel ısınma, erken yaşta evlilik (çocuk gelin, berdel) gibi konularda bir milliyetçinin söyleyecek hiç mi sözü yoktur? Kendisini karşıtlarına göre tanımlayan ve münhasır bir söylem ve fikir geliştiremeyen milliyetçilik kavramının çağa ayak uydurması beklenemez.
– Hareketin siyasal birikimi 21. yüzyıla ne taşıdı?
Önceleri bir reaksiyon olarak tezahür ederken sonraları aksiyoner olma çabalarını gözlemliyoruz. Reaksiyoner dönemlerini özeleştirilerle değerlendirenler olsa da genelde “kavgaların” nedeni, niçini sorgulanmamaktadır. “Lider, teşkilat, doktrin tartışılmaz” sözü ile hür düşünce, sorgulayarak hakikate ulaşmak şimdilik muhal gibi. Her eleştiren, özeleştiri yapan, sorgulayan, tartışan “hain” sıfatı ile dışlanmakta ve çoğulculuk bu tür bir yapının semtine maalesef uğrayamamaktadır. İktidarı hedeflemeyen “doldur boşalt” metodu ile kaliteyi değil itaati ve biatı önceleyen, kendi partisinin dışında ülkücülük olmaz mantığı ile hareket eden sakim bir örgütlenme ve söylemlere şahitlik etmekteyiz.
MHP’nin AKP’ye eklemlenmesi ile beraber ülkücü hareket içindeki kafa karışıklığı ve kimlik krizinin daha da derinleştiğini söyleyebiliriz. Özellikle parti mensubiyeti ile sınırlı bir ülkücülük ve milliyetçilik anlayışı yoğun bir şekilde sorgulanıyor. Milliyetçiliği ayaklar altına alanlar kimseye kendi şemsiyeleri altında milliyetçilik yaptırır mı? Yalan medyası aksini empoze etmeye çalışsa da yavaş yavaş bir dönem kapanıyor, yeni bir dönem açılıyor.
Yol gösterici olamadı
– Orta Asya’daki bağımsız devletlerle kurulan bağları nasıl görüyorsunuz?
SSCB gibi bir emperyalist yönetiminden yakasını kurtaran bu milletler, yerli işbirlikçiler eliyle farklı formatlarla yeni diktatörlere teslim oldu. Maalesef demokrasiden ve özgürlüklerden nasibini alamayan bu milletlere hamilik yapacak, yol gösterecek bir devlet olamadık. Bu milletlerin bir ağabey gibi gözlerinin içine baktığı Türkiye Cumhuriyeti, maalesef kendi sorunları ile uğraşmaktan bu devletlere vakit ayıramadı.
GÖKTÜRK ANITLARI’YLA NUTUK BENZER!
– Yine 20. yüzyılın ana konularından “Turan” kavramını bugün nasıl değerlendiriyorsunuz? Turan neresi?
“Vatan ne Türkiye’dir Türklere, ne Türkistan vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir Turan” sözünün terennüm edilmesi, o günün tarihi ve siyasi ortamında son derece anlaşılabilir bir idealdir. Ellerinin altından kayıp giden bir devletin (imparatorluğun) ve esaret altında kalmak düşüncesinin yarattığı endişe, kızgınlık ve sahipsizlik duygusu böyle bir kavramı idea olarak ortaya koymuştur. Yazılı ilk Türk kayıtlarında mesela Bumin ve İstemi Kağan’ların, dağılmış olan Türkleri yeniden bir araya getirerek Göktürk devletini kurmaları anlatılır. Türk milletinin, yüzyıllar sonra, İstiklal Savaşı ile beraber Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde tarihin küllerinden yeniden doğması, benzer bir ideanın ürünüdür. Göktürk Yazıtları’nda dile getirilenler ile Atatürk’ün Nutuk’ta ifade ettiği söylem, aslında ortak duygu ve düşünceleri içerir. Her iki metinde de devletin başı, Türk milletine seslenmiştir.
İRFAN SÖNMEZ: MHP, MİLLİYETÇİLİĞİ PARTİ POLİTİKALARINA KURBAN YAPTI
AB hukuku dalında doktora yapan, 45 yıl önce 16 yaşındayken Ülkü Ocakları’na giren avukat İrfan Sönmez, milliyetçiliğin iki büyük zaafı olarak “partiye dönüşmesini” ve “devlet odaklı doktrin” haline gelmesini gösteriyor. MHP’nin, milliyetçiliği siyasete kurban ettiği görüşünde. Elazığ’da oturan Sönmez, sorularımızı şöyle yanıtladı:
– Yaşamınıza yön veren milliyetçilik kavramını nasıl tarif ediyorsunuz?
Milliyetçilik, muhtevasını, rengini bağlamından alır. Millet ve devlet olarak var olmayı hedefler ve dikkatini bu var oluşun gereklerine yöneltir. Türk milliyetçiliği, milleti kültürel bir topluluk olarak görür ve bu kabulden hareketle tüm Türkiye’yi bir bütün olarak kucaklar.
– AKP-MHP ittifakını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir tarafta milliyetçiliğin siyasetini yapma iddiasında olan bir parti, diğer tarafta milliyetçiliği dini ve siyasi anlamda gayri meşru gören bir başka parti. Birinin ötekini meşru görmediği bir beraberlik, ilkesel bir beraberlik değil, olsa olsa parti ve kişisel çıkarlardan kaynaklanan dönemsel bir beraberlik olur. İki partiyi bir araya getiren saik milliyetçilik zemini değildir. Bugüne kadar da taraflar böyle bir iddiada bulunmamışlardır. J.J. Rousseau, bir halkın yeteneğini karakterini, zevklerini, âdetlerini biçimlendiren ve ona vatan sevgisini ilham eden şeyin milli kurumlar olduğunu söyler. Bugün bu kurumlar tek tek tahrip edilirken ilkesel bir beraberlikten söz etmek mümkün değildir. MHP, milliyetçi siyaseti parti politikalarına kurban etmiştir.
– Küreselleşme, milliyetçiliği nasıl etkiledi?
Küreselleşme, uluslararasılaşma, ekonomilerin daha çok entegrasyonu, coğrafyasızlaşma, milliyetsizleşme, Amerikalılaşma gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Ancak tam aksine küreselleşme, milli refleksleri harekete geçiren, milli değerleri muhafaza hassasiyetini öne çıkaran etkiler yarattı. Öyle ki yerel kültürler üzerinde yarattığı tepkisel etki, etnikçiliğin yükselmesine neden oldu. Demokrasinin, insan haklarının yaygınlaşmasında küreselleşmenin büyük etkisi oldu, ama milli kültürleri yok etme iddiası boş çıktı. Milli kültürleri etkiledi ama onu yok edemedi, asla da yok edemeyecek.
‘Yeni açılım şart’
– Milliyetçilik, küreselleşmeyi bir bakıma yendi ama kendisi çağı yakalayabildi mi?
Milliyetçiliğin, günün şart ve ihtiyaçlarına göre güncellenmesi, dünün milliyetçi tecrübesini de dikkate alarak yeni çözümler üretmesi gerekir. Yaşadığımız dünya, yüz yıl öncenin dünyası olmadığına göre milliyetçiliğimiz de farklı olacaktır. Bugün milliyetçiliğin en büyük zaaflarından biri, bir parti projesine dönüşmüş bulunmasıdır. Din ve milliyetçilik gibi konular partileştirildikleri zaman kuşatıcılıklarını kaybeder, siyasi bir rekabet aracı haline gelirler. Oysa milliyetçilik, milletten beslenir ve tamamının tercümanı olma iddiasını taşır. Bugün Türk milliyetçiliği iki önemli zaafla maluldür: Birincisi, parti ideolojisi haline getirilip siyasetin kaygan zemininde ilkesizleştirilmesi. İkincisi, devlet odaklı bir doktrin olması münasebetiyle devletçiliğe evrilmesi, zamanla devletin denetimi altına girerek sistemin her siyasetini onaylayan bir hüviyete bürünmesidir. MHP, kendi dışında milliyetçilik yapma yolunu tıkadığı için milliyetçilikle MHP siyaseti özdeşleşmiş, bu yüzden milliyetçilik hem demokratikleşememiş hem de sivilleşememiştir. İYİ Parti, işte MHP’deki bu milliyetçiliği güdüleme, kullanma siyasetine tepkiden doğmuş, milliyetçilik için yeni bir nefes alanı olmuştur. Katılımcı milliyetçilik, ideolojik farklılıklara bakmadan bizi var eden ve varlığımızın devamını sağlayacak değerlerde ortaklaşmayı hedefler. İç ve dış tehditler, tarihi şartlar Türk milliyetçilerini yeni açılımlar yapmaya zorlamaktadır.
Bugün, Turan demokrasidir
– Orta Asya’da tarih sahnesine çıkan Türk devletleri ilk 30 yılda ne kadar yol aldı? 21. yüzyılda Turan tarifiniz nedir?
Sovyet emperyalizminin pençesinden kurtulmakla mesele bitmiyor. Bir esaretten kurtulurken başka esaretlerin pençesine de düşmemek gerekir. Günümüzde bu bölgelere yönelik bir Turan idealimiz olacaksa -ki olmalıdır- artık bu o ülkelerde demokrasinin kurumsallaşması, karşılıklı işbirliğinin geliştirilmesini teşvik etmek şeklinde olmalıdır. Alfabe ve dil birliği de bu hedeflerden biridir. Bugün sınırlar dillere göre çiziliyor. Turancılığı artık siyasi olmaktan ziyade, kültürel ve ekonomik işbirliği anlamında düşünmeliyiz. Mevcut iktidarda hiçbir zaman bir dış Türkler meselesi olmadığı için uzun vadeli politikalar oluşturulamadı. Türk milliyetçilerinin de bağımsızlık sonrasına dönük bir hazırlıkları yoktu, hâlâ da bilgi alışverişini aşan bir politikaları yok.
‘Dünya değişti ama…’
– Türkiye’deki milliyetçiler ve ülkücüler çağı yakaladı mı?
Bugün milliyetçilik terör karşıtlığına sıkıştırılmıştır. Milliyetçilere biçilen rol de jandarmalık. Milliyetçiliğin önce bu sıkışıklık ve dar alandan kurtarılması, ülke ve milletin tüm sorunları ile ilgili bir düşünce biçimi haline getirilmesi gerek. 45 yıldır bu hareketin içindeyim, dolayısıyla tarihinin bir parçasıyım. Ülkücü hareket, 45 yıl önce ne söylüyorsa bugün aynısını söylüyor. Halbuki Türkiye değişti, insanlar değişti, sorunlar değişti, tehditler değişti. Yeni Türkiye, eskinin fikirleri ile idare edilemez. Sözünüz, bir sorunun karşılığı değil, yahut bir problemden neşet etmiyorsa, düşüncenizin toplumda bir karşılığı olmaz. Düne dönerek bugünün problemlerine çare bulamayız. Ülkücüler önce, ülkücülüğün parti veya sistem jandarmalığı olmadığını, bir milletin kaderine talip olmak olduğunu bilmeli ve ona göre davranmalıdır.