12 Eylül = Bollaşan Elbiseyi Daraltıp Giydirmekti.

Getting your Trinity Audio player ready...

12 Eylül darbesinin başı Evren; Darbeye gerekçe olarak şöyle demişti: “ Elbise bol geldi, içinde oynamaya başladılar.” Elbise dediği ise demokratik hak ve hürriyetlerin kısmen de olsa kullanılmaya başlanmasıyla. Bu kısmı Hak ve Hürriyetler egemen güçlerin keyfini kaçırmıştı. Bol gelen elbiseyi yeniden biçimlendirip giydirmek için darbeyi yaptıklarını demeye getirmişti. Onun için kendilerine göre elbisesi bol olan (hak ve hürriyetlerini kullanma girişiminde bulunanlar) işçi ve emekçilerle beraber devrimci-demokratları şekle koymayı asıl amaç edinmişlerdi. Onun için her tür Hak ve Hürriyetler askıya alınıp, Anayasada yürürlükten kaldırılmıştı. 24 Ocak kararlarını sermaye lehine hayata geçirmek içinde, bu işe dört elle sarılmışlardı. Bunun içinde şüphe duydukları herkesi gözaltına alarak sorgudan geçirip bir “suç” yıkma gayreti içindeydiler. Böylelikle büyük bir kıyım yaşatılmıştı. Anayasa değil cunta yasaları yürürlükteydi.

12 Eylül ve sonrası süreçte, kolluk güçleri ilerici, demokrat ve devrimcilere acımasızca saldırmıştı. İlişkili, ilişkisiz herkesi toplamaya başlamıştı. Bu süreçte birçok devrimciye karşı da kurgular oluşturarak, durumunu ağırlaştırma gayretine girilmişti. Muhbirleri ve ağır işkenceler sonucu, polisin düzenlediği ifade tutanakları zorla imzalatılarak, kişinin kendisiyle ilişkisi olmayan bir çok insanıda “siyasi şubenin marifetiyle ihbar” etmiş oluyordu. Öyle ki ağır işkenceler sonucunda İtalyan Başbakanı Aldo Moro’yu öldürdüğünü (!) söyleyenler bile olmuştu. Nedeni ise kendisinin hiçbir bağı ve ilişkisi olmayan suçların isnat edilmesinden kaynaklanıyordu. Kısaca dönemin siyasi şubesi kendince her tür eylem ve işlenen “suçun” faillerini bulup yakaladığını kanıtlama gayretinden kaynaklıydı. Veya kendilerince suç sayılan eylemlerin faillerini tespit etmiş oluyorlardı. Hatta bir olayla ilgili birden çok fail bulabilyorlardı. Kurguya dayalı 3-5 kişiden oluşan onlarca hayali örgüt yaratıldı. Bu suçlamalarla onlarca insan yıllarca hapis yattı.

İşte benimde buna benzer bir hikayem var. 12 Eylül 1980 sonrası Kars ilindeki tüm operasyonlar sonrası gözaltına alınan birden çok siyasal grup üyelerine, başka siyasal grup üyeleri üzerine ifadeler düznletilmişti. Bunlardan bir de benim adımı vererek, birden fazla siyasal grup yöneticiliği ve eylemcisi olarak tutanaklara geçirilmiş oluyordum. Kısaca ben siyasal grubum dışında Kars’ta faaliyette bulunan diğer siyasal gruplara da hem yöneticilik, hem de eylemlerine katılmış oluyormuşum! Bunu o zaman gözaltına alınan bir çok arkadaşım bana “ şubede seni soruyorlar, bu olayla senin ilişkinin olup olmadığını sorguluyorlar” söylediklerini biliyorum. Kars ve ilçelerinde yapılan her tür eyleme adım bir şekilde iliştirilmişti.

Bunu nasıl öğrendiğime gelirsek. O şöyle oldu. Ben 1989’da Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesinde TDKP davasında yargılanmak amacıyla Ulucanlar cezaevinde tutukluyken, Ankara adliyesine çağrıldım. Yargıç karşısına çıktığımda, yargıç bir önündeki dosyaya bir bana bakarak biraz bekledikten sonra, önce kimlik tespiti mi sorarak doğrulattı ve akabinde hakkımdaki iddiaları sıralamaya başladı: Buradaki dosyada hakkında birçok örgütü birden yönettiğine dair iddialar var. Şöyleki, sen Hakın Kurtuluşu örgütünün yönetisisin. Bununla yetinmeyip, Halkın Yolu örgütü içinde yer aldığın iddia ediliyor. Oda yetmemiş, gidip Partizan adlı örgüte de yön vermişsin. Bunlarlada yetinmemişsin Devrimci Halkın Birliği örgütü üyesi olduğun, onun faaliyetlerine katıldğını ifade edenler olmuş. Bu nasıl bir işdir. Bunların üstüne birde Devrimci Kurtuluş örgütünün de yöneticiliğini yapmışsın. İlde ne kadar örgüt varsa hepsini kendi yönetimin altına alıp, üstüne Devrimci Yolun eylemlerini de organize etmişsin. Bütün bunları nasıl yaptın? Bu kadar örgütü bir arada nasıl idare ettin?” diye sordu.

Bu iddialar karşısında bende şaşkınlık geçirdim. Şaşkınlığımı gören yargıçta, tekrar bana dönerek,” bu iddialar konusunda ne diyorsun?” Ben; “ bunu bana sormayın sayın yargıç. Onu yazıp tutanak altına alanlara sorulması gerekir. Bir kişi farklı siyasal çizgide olan birden fazla örgütü hangi mantık ve iradeyle yönetebilir ki? Bunu kabul etmem hem mümkün değil. Bu kadar örgütü bir arada idare etme olasılığıda olmaz. Kabul etsem dahi bunun mantığı birkere siyasal yaşamın doğasın aykırı olur. Takdir sizindir.” dedim. Yargıç doğal olarak gülerek, “sen ne yetenekli ve becerikli bir kişisin? Bunu nasıl başarabilmişin? Bende anlamadım.” Dedi ve dosyayı o celsede kapatmıştı. Polisin çeşitli siyasi grupların eylemlerinin sanığı olarak beni göstermesi, hakımdaki ifadeler boşa çıkmıştı. Kısaca bollaşan giysiyi daraltma yerine, bana birden çok giysi giydirmeyi tercih etmişti. Ama bedenime uymamışlardı. Çünkü ben sadece “düşünce suçu “ işlemiştim. Ve DGM uzun süre yasadışı kalmaktan dolayı bana “kanatten ceza” vermeyi uygun görebilmişti. Uygun giysi Komünizm propağandası armalı olanıydı.

İşte 12 Eylülün bu tür iş ve işlemleri de vardı. Elbiseyi daraltma ve bedenleri cendereye sokma işini çok iyi beceriyorlardı. Burada bilinmesi gereken gerçek şudur; Gözaltına alınan her devrimciye bilmediği, tanımadığı, haberinin olmadığı bir çok ismi ve olayın tutanağını imzalatıp, o kişiyi zan altında bırakmak olmuştur. Burada asıl olan, güvenlik birimlerinin kendi sorumluluk alanlarında aydınlatılmamış hiçbir eylemin kalmadığını övünerek açıklamalarıydı. Çünkü her tür operasyon sonrasında bunların haber olarak hem Radyo hemde Televizyonda yayınlanıyor olmasıydı. Bu tür yayın yoluyla eylem ve olayla ilişkisiz insanların teşhir edilmesi, yanı sıra asılsız tutanak ve ifade düzenlemeleriyle, binlerce devrimciyi, demoratı, ilericiyi zindanlara attırmışlardı. Dün yaşatılanlar, bugün farklı bir şekilde ama aynı mantıkla devam ettiriliyor. Gizli tanıklar, asılsız, imzasız ihbarlar suçsuz bir çok iktidar muhalifinin , aydının , iktidar yanlısı olmayan herkesin canını yakmaya devam ediyor. Polis ele geçiremediği devrimcilerin üstüne ilişkisi olmayan olayları da yükleyerek, onların ele geçmeleri durumunda, işlerini zorlaştırmayı ve en ağır cezayı vermeyi amaçlamışlardı.

12 Eylül sürecinde olduğu gibi, bugünde aylarca insanları hiçbir iddia gösterilmeden cezaevlerinde tutulmaktadır. 12 Eylül ve sonrasında, çoğu zaman kişi neden içerde olduğunu bilmeye biliyordu da. Gözaltına alınmada şüphe en belirleyici faktör olarak öne çıkmaktaydı. Şüphe üzerine yapılan gözaltı işlemleri, insanları yaşamaktan bezdirmişti. Bu uygulamaya maruz kalanların çoğu apolitikti. Apolitik insanların bu tür baskı, takip ve gözaltına alınmaları, onları çok derinden etkileyip, yaşam alanlarını zorunlu terkine kadar varabiliyordu. Her türlü hak ve hürriyetler askıya alınıp, kendi yasalarına göre işlem yapmayı seçmişlerdi. Çünkü Anayasa da yok sayılmış ve yürürlükten kaldırılmıştı. İşte 12 Eylül böyle bir süreçti…Demokratik Hak ve Hürriyet kırıntılarını bile işçi ve emekçilere fazla gören uluslararası sermayenin baş mimari ABD’nin Pentagonu, “bizim çocuklar” diyerek desteklerini ilk ağızdan açıklamışlardır.

Exit mobile version