Getting your Trinity Audio player ready... |
Darbenin sabahında Başbakan Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Hamzakoy’a, MSP Genel Başkanı Erbakan’ın ise Uzunada’ya gönderilmesi kararı tebliğ edildi. MGK, nahoş bir durum yaşanmaması için Demirel’e ve Ecevit’e, darbeyi ve Hamzakoy’a gönderilecekleri kararını kendi partilerinden birer isim tarafından yapılmasını uygun görmüştü. Eski asker ve CHP hükümetinde İçişleri Bakanlığı yapan İrfan Özaydınlı, Ecevit’e, Nahit Menteşe de Demirel’e sabah saatlerinde haberi verdiler.
Cunta, meclisi, siyasi partileri, Türk-İş dışındaki sendikaları ve sivil toplum örgütlerini süresiz kapatmıştı. Aydınlar Ocağı hariç… Zira, Aydınlar Ocağı, bir karşıdevrim projesi olan “Türk-İslam Sentezi” önermesi ile darbenin toplum mühendisliğine soyunacaktır.
Darbecilerin özellikle sol kesimden beklediği direniş endişesi boşa çıkmıştı. Ordu hiçbir yerde direnişle karşılaşmadan tüm ülkede kurumlara, meydanlara ve sokaklara hâkim olmuştu. Darbe öncesinde 15 bin silahlı gücü olduğunu sandığı DİSK yöneticilerinin bir kısmı evlerinden alınmış, geri kalanlar da arandığını öğrenince kendiliğinden teslim olmuştu. Zira DİSK yönetimi, sendikacılık dışında hiçbir illegal faaliyet yürütmediklerinin bilinci ve rahatlığıyla hareket etmişti. Oysa DİSK’in 78 yöneticisi idamla yargılanacaktı.
ÖZAL, FEYZİOĞLU’NU DİSKALİFİYE ETTİ
12 Eylül’den sonra cuntanın kafasında hazır bir kabine yoktu. Darbeden önce başbakan olarak Turhan Feyzioğlu’nu Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak da Turgut Özal’ın ismini belirlemiş, diğer bakanları sonraya bırakmıştı. Feyzioğlu zaten darbe gecesini karargâhta geçirmiş, Turgut Özal da darbeden bir gün sonra Konsey’e çağrılarak görev teklif edilmişti. Darbeyi, Washington yönetimi gibi IMF, Dünya Bankası ve OECD yönetimi de alkışlarla karşılamıştı. MGK’nin 5. No’lu bildirisiyle IMF anlaşması ve 24 Ocak ekonomik programına bağlı kalınacağını açıklaması bu kurumları rahatlatmıştı. Bir de 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’a hükümette ekonomiden sorumlu bakanlık verilecek olması ekmek kadayıfının üzerine kaymak konulmasıyla eşdeğerdi.
DARBENİN HÜKÜMETİ
Özal’ı dış piyasa çevreleri gibi Türk özel sektörü de kendilerinden biri olarak gönülden destekliyordu. Ne de olsa geçmişte işverenlerin en sert sınıf mücadelesi veren örgütü MESS’te Genel Başkanlık yapmıştı. Hatta bir ara kendisine TÜSİAD Genel Sekreterliği görevi de teklif edilmiş, ancak Özal’ın çok geniş yetkiler istemesi nedeniyle bu göreve kardeşi Korkut Özal getirilmişti. Darbe hükümetinde başbakanlık görevi için Turhan Feyzioğlu’nun düşünülmesi hem genç subaylar arasında hem de siyasi çevrelerde hem de özel sektörde olumlu karşılanmayacaktı.
Özal ve iş çevresi, Feyzioğlu’nun devletçi olduğunu ve serbest piyasa ekonomisinin uygulanmasına engel olabileceğini düşünerek tepki gösteriyordu. Kabinede görev teklif edilen ılımlı isimler de Feyzioğlu’nun her darbe sonrasında görev almak için darbecilerle birlikte hareket etmesinden rahatsızdı. Evren’in kabinede görev teklif ettiği eski CHP Genel Sekreteri Eyüboğlu’da “Darbeyi Feyzioğlu Başbakan olsun diye mi yaptınız. Diğer liderler gözetim altındayken Feyzioğlu başbakan olacak öyle mi” diyerek eleştirmişti. Ancak MGK’nin ise darbeye geniş toplum kesimlerinde Atatürk üzerinden meşruiyet kazandırma amacı nedeniyle Atatürkçü bilinen Feyzioğlu ismi gündeme gelmişti.
Sonuçta her kesimden gelen tepkiler, özellikle de ekonomik programı uygulayacak olan Özal’ın diretmesiyle Feyzioğlu çok istediği başbakanlık koltuğuna oturamadı.
DARBENİN İDEOLOJİSİ: TÜRK-İSLAM SENTEZİ
1979 yılına kadar Sovyetler’i çevreleyen ülkelerde radikal İslamcılığı kullanan ABD, İran Devrimi ve Mısır’da Enver Sedat’ın radikal İslamcı bir örgüt mensubu tarafından öldürülmesinden sonra bir balans ayarı yapmak zorunda kaldı. İran’ın rejiminin bölgedeki Müslüman ülkelere yayılmasından endişe duyan ABD, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde radikal İslamı kullanışlı bir proje olarak devam ettirken Mısır ve Türkiye gibi ülkelerde de “ılımlı İslam” projesini hazırlayıp askeri yönetimlere sundu.
Mehmet Fatih Öktülmüş, Metris Cezaevi’nde işkenceyi protesto etmek için girdiği ölüm orucu sonucu yaşamını yitirmişti.
ABD, Mısır’da Müslüman Kardeşler’in, Türkiye’de ise MSP’nin Batı karşıtı çizgisinden rahatsızdı. Bunların yerine Batı ile uyumlu bir İslamcılığı ikame etti. Sovyetler’le ilişki kurabilen Baas tipi bir milletçilik yerine antikomünist ve İslamcılığın şemsiyesine sığınmış bir milletçiliği aparat olarak bu projeye iliştirdi.
Cunta yönetimi, 70’li yıllarda antikomünist çizgisiyle milliyetçiliğin ideolojik ve kültürel altyapısını hazırlayan Aydınlar Ocağı ile birlikte ABD’nin “Yeşil Kuşak Projesi”ni Türkiye’ye uyarladı. Ordu ile barışık, farklı etnik ve inanç gruplarını antikomünist bir potada birleştirme projesi olarak Türk-İslam Sentezi Aydınlar Ocağı tarafından pişirildi, cunta tarafından da servis edildi. Bundan böyle herkes Türk ve ehli-sünnet olmak zorundaydı.
ATATÜRK İŞKENCE ARACI OLARAK KULLANILDI
Darbeden hemen sonra başta solcular olmak üzere ülkücüler ve İslamcılar için sürek avı başlatıldı. Asıl amaç solun başını bir daha kaldıramayacağı ölçüde ezmekti. Kamuoyunda, “darbeciler her kesime eşit mesafede duruyor” algısını güçlendirmek için 70’li yıllarda solcuların karşısına çıkarılan ve devlete yardımcı güç olarak kullanılan ülkücüler de solcular kadar olmasa da darbenin şiddetinden nasibini almışlardı. Yeni dönemde artık onlara ihtiyaç kalmamış, bir dönem kullanılmış ve bir kenara atılmışlardı. İslamcılar ise Batı karşıtı olmanın bedelini ödemişlerdi.
Atatürkçülük darbeciler için görüntüyü kurtarmak ve toplumda destek bulmak adına kullanılan bir şaldan ibaretti. Şalın altında ise gerçekte Atatürk’ün anti-emperyalist, laik ve ekonomide devletçi çizgisine hasım bir anlayış vardı.
Cunta yönetimi Atatürkçülüğü içi boşaltılmış, kof bir milliyetçilik anlayışı üzerine inşa ederken Atatürk’ü zındanlarda işkence aracı olarak da kullanmakta sakınca görmedi. Hükümlü ve tutuklulara zorla sabah akşam İstiklal Marşı ile Harbiye Marşı’nı söyletmek, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni her gün yüksek sesle okutmak, Aydınlar Ocağı kadrosunun yazdığı “Atatürkçülük ve İnkılap Tarihi” kitaplarını ezberletmek ve Atatürk üzerine yemin ettirmek bu işkence metotlarından bazılarıydı.
İMAM HATİP LİSELERİ
Böylece toplumda cunta yönetimi Atatürkçüymüş izlenimi verirken bir yandan da Atatürk’ün kaldırdığı zorunlu din derslerini yeniden müfredata koymak, Kuran kursları açılmasını sağlamak, diğer meslek liselerinde olduğu gibi imam hatip liseleri mezunlarının da eğitim aldığı alanın dışındaki yükseköğrenim kurumlarına girmesinin önündeki engeli kaldırmak, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nu kapatmak, Türk Tarih Kurumu’nu da Başbakanlık’a bağlamak, yine Atatürk’ün vasiyetiyle geliri bu iki kuruma verilmek üzere İş Bankası’ndaki hisselerini gasp etmek gibi eylemlere imza atıyordu.
Yurtdışındaki imamların parasının Suudi destekli Rabıta örgütü tarafından ödenmesi için Bakanlar Kurulu kararı çıkarmak da cabası.
DARBENİN İŞKENCEHANELERİ
12 Eylül cuntası, önceki darbelerden yarım kalan işi tamamlamak, sosyal uyanışı durdurmak amacıyla Latin Amerika cuntalarının yöntemlerini uygulamaya koydu. Bütün karakol, cezaevleri, askeri kışlalar hatta bunlar yetmeyince el koydukları okul ve şantiyeleri işkencehaneye çevirdiler. Falaka, elektrik verme, Filistin askısı, tazyikli soğuk su sıkma, aç ve uykusuz bırakma gibi klasik işkence yöntemlerine akıl almaz yenilerini eklediler.
Kayıtlara geçen işkence sonucu ölümlerin sayısı 171, çatışmada öldü süsü verilenler 74, işkence sonucu öldüğü halde intihar etti denilenler 43, kaçarken vuruldu denilenler 16, işkenceleri protesto etmek için açlık grevinde ölenler 14, ölümü şüpheli bulunanlar 144, eceliyle öldüğü söylenenler 229 olmak üzere 12 Eylül’ün işkencehanelerinde toplam 491 kişi yaşamını yitirdi. Bu dönemde işkencede öldürülenler için sıklıkla başvuralan yalanlardan biri “intihar etti”, diğeri ise “kaçarken vuruldu” yalanıydı. Latin Arjantin’de darbeciler gözaltına alıp işkencede ölenleri uçaklardan aşağıya atarken 12 Eylül tetikçileri ise herhalde masraflı olur diye işkencede katlettiklerini uçak yerine karakol ya da kışlanın üst katlarından aşağı atıp “Pencere açıktı koşup camdan atladı” diye zekâmızla dalga geçen açıklamalar yaptılar.
Bu dönemin en ünlü işkencehanelerini ise şöhretlerine göre sıraladık: Diyarbakır 5. No’lu Cezaevi, K. Maraş Emniyet Müdürlüğü ve K. Maraş Cezaevi, Elazığ 1800 Evler MİT bölge tesisleri ve Elazığ Cezaevi, Mamak Cezaevi, Ankara Emniyeti DAL şubesi, Gayrettepe Siyasi Şube, Metris Cezaevi, Davutpaşa Cezaevi, Alemdağ Cezaevi, Amasya Suluova Et tesisleri.
Bu dönemde “bir sağdan bir soldan” denilerek 50 kişi idam edildi.
DARBENİN TETİKÇİLERİ
12 Eylül darbesinin toplumu sindirmek, gözdağı vermek için kullandığı tetikçiler, savcılar, hâkimler, polis şefleri, cezaevi müdürleri, askerler ve doktorlardan oluşuyordu. Evet, hipokrat yemine edip de işkence görenlere “sağlam” raporu verirken utanmayan cezaevleri ve adli tıp doktorları.
Binlerce işkencecinin ismini sıralamaya sayfalar yetmez. Ama onlar içinde en ünlüleri sıralayacak olursak Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi İç Güvenlik Komutanı Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, Mamak Askeri Cezaevi’nin komutanı Albay Raci Tetik, Mamak Askeri Cezaevi A Blok İç Emniyet Amiri Mehmet Sırrı Şuşut, K. Maraş Sıkıyönetim Komutanı Yusuf Haznedaroğlu, K.Maraş İstihbarat Şube Müdürü Osman Çeçen, Davutpaşa Cezaevi Komutanı Binbaşı Adnan Özbey, Metris Cezaevi İç Güvenlik Komutanı Yüzbaşı Emin Doğan, Alemdağ Cezaevi Komutanı Binbaşı Hüseyin Babacan, Sağmalcılar Cezaevi Müdürü Mustafa Nacak, Ankara Dal Grubu’ndan Kemal Yazıcıoğlu.
12 Mart döneminde Madanoğlu Davası’nın ünlü savcısı Süleyman Takkeci 12 Eylül’de de göreve çağrılarak DİSK Davası iddianamesini hazırlamakla görevlendirildi. Barış Derneği Davası savcısı Mustafa Gül de bu döneme adını yazdıran savcılardan oldu.
CUMHURİYET