Getting your Trinity Audio player ready... |
Yazmakta olduğum “Şah İsmail” konulu bir kitaba ilişkin çok sayıda kaynağa ulaşırken, bu arada Mazenderan’da bir dervişan devleti kuran Maraşlı Seyyidler ile Horasan’ın Sebzevar-Beyhak bölgesinde yine dervişler tarafından kurulan Serbedariler devleti hakkında da ayrıntılı bilgilere ulaştım.
Maraşlı Seyyidler’in hikâyesini geçen hafta yazmıştım; şimdiyse Serbedarilerin siyasi ve sosyal serüvenini ele alacağım.
Her iki hareket, genel anlamda Alevilik denilen inançsal ve fikirsel akımların İran’daki tarihinin derin kökleri, ana damarlarından sayılabilirler.
Onların da arka planında Hasan Sabbah gibi tarihi bir şahsiyetin kurmuş olduğu eylemci Nizari İsmaililik mezhebinin fikirleri yatar.
Hasan Sabbah’a bağlı İsmaili kalelerinin Moğol akınlarıyla yıkılmasından sonra, bu hareketin hemen bütün nitelikli kadroları, sufi ve derviş kılığına girerek özellikle İran’da tasavvufçu tarikatlar ile hareketlerin arasına karışırlar.
Bu konuda çok sayıda çalışması bulunan Azerbaycanlı akademisyen Prof. Dr. Oktay Efendiyev, isabetli bir tespit yapmıştır:
Erdebil, eskiden beri gelişmiş bir şehirdi. (Safevi) Şeyh Cüneyt, Babeki Hürremilerin İslam’dan önceki dini inançlarının etkisi altındaydı. Erdebil ve çevresi mesela Karadağ eski Babeki hareketinin vatanı, zengin bir kültür merkeziydi. Şeyh Haydar da ibahet (şeriat kurallarına aykırı davranma) inancına yakındı. O, namaz gibi ibadetleri kaldırmıştı.
Şeyh Haydar’ın, Babekilik ile Mazdeizm’in, Mani dininin devamcısı olan inançla yakın bağlantısı vardı. Bunlarda sosyal eşitlikçilik, sosyal dayanışma düşüncesi hâkimdi. Aynen Anadolu’da yayılan Bedreddinilik ve Babailik’te olduğu gibi sosyal barışı, eşitliği, beraberliği savunan Babekilik, Hurufilik ve Bedreddinilik arasında benzerlikler vardır. Bunu, tarihi kaynaklardan öğrenebiliyoruz.
Şeyh Bedreddin hareketine katılanların inançlarıyla, Erdebil ve çevresindeki insanların inançları arasında benzerliğin ötesinde, insan unsurlarında da benzerlikler vardı. 16. yüzyıldaki Hurufi inançlarıyla da Kızılbaşlık arasında ilintiler, bağlantıları söz konusuydu. Zenginlerle fakirler arasındaki eşitsizliğin kalkmasını isteyen bu düşünce akımı, o devirlerde oldukça güçlüydü.
Babekilik, Bedreddinilik, Hurufilik ve Kızılbaşlık; halk hareketi olmalarından ötürü aralarında benzerlikler vardır. Çünkü sosyal eşitliğe dayanan fikirlerdir bunlar. (Safevi Devleti) kurulana kadar, Kızılbaşlık içinde halk hareketinin tesiri güçlüdür. O güne kadar halk hareketi ve inancı olan Kızılbaşlık, devlet olma aşamasına gelince, değişime uğramıştır…
O dönemlerde Kızılbaşlık, Sufilik ile Şiilik arasında bir yerdeydi. O zamanki Şiilik, bugünkü anlamda Şiilik (resmi ve Ortodoks-F.B.) değildi. Tarih, bunu bize göstermektedir. O tarihte Şiilik ile Kızılbaşlık birbirine çok yakındılar. Anadolu’daki Kızılbaş Aleviler ile İran’da yaşayanların inançları benzerdi. 12 İmam Şiiliği 16. yüzyıldan sonra yani resmi hüviyete büründükten sonra, Kızılbaşlıktan, Alevilikten yani halk dininden uzaklaştı. 1
Beyhak Tarihi kitabı
Fransız doğubilimci Jean Aubin, Encyclopaedia Iranica isimli İngilizce hazırlanmış ansiklopedi için yazdığı “Serbedar” maddesinde, kelimenin sözlük anlamını “başını verenler/baş verenler” olarak belirttikten sonra haklarında şunları söylüyor:
İran’ın kuzeydoğu bölgesindeki Horasan ile doğusuna düşen Mazenderan arasında kalan topraklarda yerel bir hanedan önderliğinde kurulan dini bir hareketin mensupları, Beyhak iline bağlı Sebzevar şehrini merkez edinerek kurdukları devleti yönettiler.
Bağımsız ve başına buyruk bu devletin yöneticileriyle diğer mensuplarına da Serbedar denildi. Serbedar devleti, Moğol İlhanlı hükümdarı Ebu Said’in ölümüyle birlikte kuruldu (1326); Timur ordularının İran’ı istila etmesinden sonra, 1380 yılına kadar hüküm sürdü. 2
Serbedari Devleti’nin yıkan Timur
Aykırı tarih araştırmalarıyla göze çarpan İranlı Hamad Subani, hareket mensupları için şu ifadeleri kullanmaktadır:
İran’ın Müslüman Serbedarileri, İslam dünyasındaki yerleşik toplulukların da zalimlere karşı ayaklanabileceklerini ve İran’ın yerel despotları ile hanedanlarını iyilik uğruna defedebileceklerini göstermişler. İlaveten, Gilan bölgesinde olduğu gibi aynı zamanda bağımsız olarak ayakta durabileceklerini de ispat etmişlerdir. 3
Serbedariler hakkında yazılan kitabın kapağı-.jpg
Konu hakkında bir tebliğ sunan ve kitap yazan Yrd. Doç. Mustafa Şahin, Serbedariler için, “14’ncü yüzyılın ilk yarısında Moğolların İran’daki yönetimlerine karşı bir başkaldırı hareketi olarak ortaya çıkmıştır” diye yazdıktan sonra, dervişlerin omuzları üstünde yükselen bu devleti, “darağacının gölgesinde kurulan bir devlet” şeklinde tanımlamıştır. 4
Ulaşabildiğim kadarıyla Türkiye’deki en ayrıntılı çalışma Kırıkkale Üniversitesi öğretim görevlisi Doç. Şahin Ahmetoğlu’na aittir.
Doç. Şahin Ahmetoğlu
O, eski ve yeni birçok tarihi kaynağa dayanarak isimlendirmenin anlamını şöyle açıklamaktadır:
Fars dilinde Ser-be-dâr, ser-baş ve be-daran-dara (ve darağacına-F.B.) çekilmek anlamındaki iki sözcükten oluşmaktadır. Harekete bu ismin verilmesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Moğolların zulmüne karşı çıkanların kaybedecek bir şeyleri olmadığı için, bu ismi kullandıkları bilinmektedir. Bazı araştırmacılar, hareketin temelinde, ‘İranlıların milli özgürlük’ düşüncesinin yattığını iddia etmektedirler. Hafız Ebru’ya bakılırsa, isyancılar zulmün ve şiddetin karşısında başkaldırdığı; başka bir rivayete göreyse düşmanlarının kesilmiş kafalarını mızraklarına taktıkları için kendilerini Serbedâr olarak isimlendirilmişler.
Hareket taraftarlarının çoğu gençlerden ve pehlivanlardan oluştuğu için, Serbedâr ismi kullanılmış olabilir. Serbedârîler için kullanılan bir başka isim de Başitin’dir. Sebebi, hareketin Başitin adlı köyde başlamış olmasıdır.
Şöyle ki: Moğol memurları, Başitin denilen köye giderek Hasan Hamza ve Hüseyin Hamza adlı iki kardeşin evine uğrayıp yemek, şarap, hatta kadın talep ettiklerinde, iki kardeş onların isteklerini yerine getirmemiş; memurlar zor kullanınca da her iki kardeş, ‘Artık bizim bu rezilliğe tahammülümüz yoktur, bırakın başımız dara (ağacına) gitsin’ diyerek onları öldürmüş ve şöyle demişler: Biz Serdengeçenleriz/Serbedârî’yiz.’
Bu konuda Ortaçağ İran tarihçisi Devletşah, şu bilgileri aktarmaktadır: ‘Başkaldıran Başitin halkı, sabahleyin erkenden köyün dışında darağaçları dikerek, onların başına sarık ve külah koyarak ok ve taş atıyorlardı. Onlar, bu suretle isimlerini Serbedârân koydular.’
Fazlullah Raşiduddin ise, Serbedârîleri daha farklı bir şekilde tarif etmektedir. O, Serbedârîleri devlet için zararlı bir hareket olarak görmüş olmalı ki onları rah-i zen/eşkıya ve hırsız olarak isimlendirmiştir. Onun bu şekilde değerlendirmesini, belki de işgalci İlhanlıların saray tarihçisi olmasında aramak gerekir. Diğer taraftan İslam mezhepleri tarihinde, kendi muhalifi olan fırkaları küçük düşürmek için bazı lakapların takıldığı da bilinmektedir.
Kimi kaynaklarda Serbedâr kavramı Serbedal olarak geçmektedir. (Günümüz İran araştırmacısı) Yakub Ajend’e göre bu kelime, Ser-i abdal kelimesinin yumuşak şekilde kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Abdal, bedel kelimesinin çoğuludur. Bu kavram tasavvufta, beşinci derece olarak kabul edilir. Aynı zamanda abdal, rakip ve muhalifler için kullanılmaktadır. Buradaki ser-be-dal yani abdalların reisi veya lideri anlamındadır. 5
Türkçede güzel bir kavram vardır: Serdengeçtiler. Buna dayanarak, Serbedariler, “kellesi koltuğunda gezenler, darağaçlık isyancılar, başlarını davaya adayanlar” olarak da tanımlanabilirler:
Kısa ve vurucu olması bakımından “Serdengeçtiler” ibaresi, konunun muhtevasına daha uygun düşüyor.
sebzevar mıntıkası.jpg
Sebzevar mıntıkası / Fotoğraf: Wikimedia Commons
İstanbul Üniversitesi’ndeki bir akademik kurulun genel çerçevesiyle mezhepleri konu edinen çalışmasında, Serbedarilerin çıkışına önayak olan tarihi şahsiyetlere de değiniliyor:
Safeviler öncesinde ortaya çıkan bazı hareketler, Şia mezhebiyle ilişkilendirilmektedir. Alâüddevle-i Simnanî (1335), Kübreviyye (Kübrevilik) tarikatının Nuriyye şubesinde tasavvuf terbiyesi almış, daha sonra tarikatın kendisine nispet edilen Rûkniyye kolu kurulmuştur.
Bazı görüşleri, Şiileri tarafından istismar edilmiştir, ancak onun Şiilik ile ilgisi yoktur. Mazenderanlı Şeyh Halife (öl.1335) ise, Alâüddevle Simnanî’nin öğrencisiydi. Horasan’ın Sebzevar şehrinde, birçok kişinin intisap etmesiyle Şeyhiyye diye bir cemaat oluşmuştu.
Şeyh Halife, şehrin Sünni fakihleri (İslam hukuku uzmanı din adamları) tarafından gizlice öldürülmüştür. Talebelerinden Hasan-ı Curi (öl.1342), bu harekete Şii bir çehre kazandırmıştır. 6
Beyhak bölgesi
Serbedariler hareketinin tarih sahnesine çıkış hikâyesini sürdürelim:
Hareketin temellerini atan Şeyh Hâlîfe’nin Sebzevâr’da öldürülmesinden sonra yerine geçen Şeyh Hasan-ı Curi, Sebzevar’dan ayrılarak Nişabur, Meşhed, Habûşân, Belh, Herât ve Tirmîz başta olmak üzere birçok yere seyahat ederek taraftarlarını arttırdı. Mürîdlerinin çoğunun esnaf örgütünün içinden gelmesi de faaliyetlerini kolaylaştırdı.
Şeyh Hasan-ı Curi’nin savunduğu fikirler, esnaf arasında daha kuvvetli taraftar buldu. Bunun sonucu olarak da fütüvvet teşkilâtı ekonomi ve inanç birlikteliğini oluşturdu. Böylece Şiî Serbedârîler arasında Mehdîlik ile fütüvvet anlayışı birlikte yürüdü.
Hasan-ı Curi, faaliyetleri nedeniyle bir süre sonra hapse atıldı. Bu sırada onun mürîdleri Beyhak’ta isyan çıkararak 16 Mart 1337 tarihinde bir devlet hâline geldiler. Serbedârîler başlangıçta bir köylü hareketi olarak isyanı başlatsalar da sonradan esnaf örgütleri devlet içinde etkin rol oynadı. Hükümdarlar da esnaf örgütleri ile iyi ilişkilerde bulunarak iktidarlarını korumaya çalıştılar.
Hükümdar olmada ve bir kısım görev tevcihlerinde onların izni ve rızası alındı. Bu dönemde Sebzevar şehrinde fütüvvet teşkilâtı o kadar iyi teşkilatlanmıştı ki ölü yıkayıcılar bile bir temsilciye sahiptiler. Hatta Kulû İsfendiyar gibi bazı yöneticilerin âhî olduğu kaynaklarda belirtilmiştir. Ölü yıkayıcıların lideri olduğu tahmin edilen Hâce Ali Şemseddîn’in hükümdar olmasıyla da etkinlikleri zirveye ulaştı. 7
Zafaraniye-Sebzevar şehrinde Molla Hadi Türbegahı
Üstteki iki alıntıdan şunları anlamaktayız:
Büyük Selçuklu devletinin zayıflaması, Abbasi halifeliğinin 1258’de yıkılması ve Moğol akınlarının yayılarak devam etmesi, genelde Sünni meşrepli iktidarların egemen olduğu İslam dünyasında yeni bir sürecin başlangıcı olarak anlaşılabilir.
Özellikle Moğolların hüküm sürdükleri devirde tasavvufu esas alan tarikatlar mantar gibi türemişlerdir.
Moğol atlıları / Görsel: Pinterest
Bu zeminde kökleşen Sufi hareketler; siyasi, ekonomik, sosyal ve inançsal açıdan tam bir karmaşa içinde olan mağdur ve mazlumların sesi haline geldiler. İtiraz ve isyan ettiler, yoksul köylüler ile ezilen esnafın başkaldırılarına öncülük ettiler.
Moğollarla uzlaşma siyaseti güden Ortodoks Şiilerden eşraf takımı, kendilerine Sünni deryada alan açan bazı Moğol hanlarına minnettarlık babından, bahsedilen Sufi hareketler ile aralarına mezhepsel ve siyasal düzlemde mesafe koydular.
Zamanla, Sufilerin isyan ve itirazlarının ne kadar haklı olduğu ve ne denli kitlesel bir taban kazandıkları görülünce, Ortodoks Şiilerin bazı bilginleri, Sufilik ile Şiilik arasında bağlantı/köprü kurmayı başardılar.
Böylece militan/eylemci Sufilik ile Şiilik ortak bir zeminde buluştular.
Serbedariler hareketi, bunun tipik örneğidir. Bu isyancı ve ihtilalci köylü hareketinin Horasan’daki bazı bağnaz Sünniler tarafından “Rafızî” (resmi dini reddeden) olarak damgalanması da bundan olsa gerektir.
Horasan dervişleri /
Serbedariler hareketinin tanınmış en ünlü iki önderini, kısaca tanıtalım:
Şeyh Halife: Hareketin “fikir babası veya akıl hocası”dır. Tarihi kaynakların verdiği bilgilere bakılırsa; onun Bâtıni düşünceleri, Ehli Sünnet fakihlerini (İslam hukuku uzmanı bilginler) bir hayli rahatsız etmiştir.
Hakkında ölüm fetvası çıkarıp dönemin İlhanlı hükümdarı Ebu Said’e topluca iletmişlerdir. Şeyh Halife, 1326’da Sebzevar’daki bir caminin avlusunda ağaca asılarak öldürülmüştür, Bir rivayete göreyse o, kendini asmıştır.
Şeyh Hasan-ı Curi: Hareketin en önemli teorisyeni ve eylemci önderidir. Şeyh Halife’nin idamından sonra, müritleri Hasan Curi’ye bağlandılar. O, hemen sonra Nişapur’a giderek Şeyhinin öğretisini tebliğ etmeye başladı ve etkili bir konuma yükseldi.
Şeyh Hasan, kendisine katılanların isimlerini özel bir listeye kaydedip şöyle diyordu:
Şimdi gizlilik zamanıdır, hareket için uygun vakti bekleyin ve silaha sarılın.
Şeyh, insanları Moğol hükümdarları ile eşraf ve ağa takımından işbirlikçi yerli yöneticilere karşı ayaklandırmayı hedefliyordu. Sünni ve Şii tarikat önderleriyle arasındaki en önemli fark buydu.
Tasavvufta zühd ve inzivaya çekilerek farklı bir yaşam tercih ediliyordu. O ise, şehirleri dolaşarak kendi faaliyetlerini sürdürüyordu.
11 şehrin halkı ile çoğu köylüler, etrafında toplanmaya ve ondan kurtuluş beklemeye başladılar. Şeyh Hasan-ı Curi’nin müritlerinin büyük kısmı, esnaf örgütü içindendi. O da zaten var olan esnaf dayanışması ile bir tarikat dayanışmasını birleştirdi.
Bir ara Horasan’ı terk ederek Türkistan ve Irak’a giden Hasan Curi’yi, Ehl-i Sünnet âlimleri İlhanlı Orğun Şah’a şikâyet ettiler, onun, “Şii mezhebini tebliğ ettiğini, asıl amacının ise isyan etmek olduğunu” söylediler.
Ancak tahkikat heyeti, Şeyh Hasan’ın vaazlarında bağnazlık delili bulamadı. Sünni fakihler ikinci kez şikâyet ettiler.
Kendilerine karşı halkı isyana davet eden Hasan-ı Curi’nin vaaz ve tutumlarından rahatsız olan İlhanlı hükümdarı Orğun Şah ile valileri, bu kez onu hapse attılar.
Serbedarilerin isyanları ve devlet kurma süreci ise, özetle şöyle gerçekleşmiştir:
Daha önceleri Moğollarla işbirliği yapan yerel eşraftan biri olan Abdurrezzak bin Fazlullah, Moğolların ağır vergilerini ödeyemeyince, tahsildarların Başitin’de katledilmesi olayını fırsat bilerek için için kaynayan köylülerin başına geçti ve halka şöyle dedi:
Kafalarımızı darağacında görmek, böyle rezil yaşamaktan daha iyidir. 8
İsyan başarıyla sonuçlandı. Emir Abdurrezzak, 1336’da Serbedari devletini kurup, kendi adına hutbe okuttu ve sikke kestirdi.
Devletin ideolojik açıdan güçlenebilmesi için hapisteki Şeyh Hasan-ı Curi kurtarılarak “manevi rehber/önder” konumuna yükseltildi.
Şeyh Curi’nin köylü ve esnaf müritleriyle diğer derviş taraftarları devletin gelişmesinde hayati bir rol oynadılar. Zaman içinde devletin sınırları genişledi; Horasan’ın birçok şehrini denetimlerine aldılar.
Özellikle Emir Abdurrezak’ın yerine geçen Serbedar devletinin hükümdarı Emir Mesut, başarıları ve halka adaletli davranması nedeniyle “Sahibkıran-ı Serbedâran” mertebesine yükseltildi. Bir bakıma yarı tanrısal bir sıfatla anıldı dervişler arasında.
Bir derviş tasviri / Görsel: Pinterest
Yaklaşık 10 hükümdarın yönettiği Serbedar devleti, taht kavgaları nedeniyle zayıfladı. Hükümdar Kelu İsfendiyar (1347-1348), halka zulmettiği için katledildi.
Bazı hükümdarlar, iktidar oyunları uğruna başvurdukları hileli “böl yönet ve birbirine düşür” taktikleri nedeniyle tam eşitlik isteyen militan köylüler ve dervişlerle esnaf arasındaki ittifakın bozulmasına neden oldular.
Dış saldırılar da gelince, sosyal eşitçiliğe dayalı bu devlet, yine iktidar mücadelesinin kurbanı olan Hâce Ali Müeyyed’in 1382’de öldürülmesiyle beraber çöktü.
Kalenderi dervişleri / Görsel: Twitter
Serbedar devleti hakkında şu tespitleri yapabiliriz:
Serbedariler, tasavvuf-Şiilik karışımı bir hareket olarak nitelendirilir. Ancak o devirdeki Şiilik, günümüzdeki Şiilikten farklı olarak hem ihtilalci bir köylü-esnaf hareketini, hem de radikal bir sufi hareketini temsil ediyordu.
İşgalci Moğolların ekonomik ve siyasi zulmü, köylülerin ya da zulme uğrayanların böylesine radikal olmalarının ve özellikle Kurtarıcı Mehdi beklentisi içine girmelerinin esas sebebidir.
İktidar kanadının Şiiliğe yönelmesi, Şii ulemanın desteklenmesi politikası, 12 İmam’ın isimlerinin sikkelerde kullanılması, on ikinci imam Mehdi’nin gelişi için hazır at bulundurulması gibi tutumlar, bu hareketin geleneksel tasavvufi bakış açısından ne kadar uzakta olduğunu göstermektedir.
Moğolların sosyopolitik baskıları karşısında Şia’nın içe kapanması ve Sufiliği bir kalkan olarak kullanması, Serbedari hareketinin tasavvufi olarak nitelendirilmesinin baş sebebidir.
Başka bir ifadeyle bu dönemdeki hareketler, Şiilik, tasavvuf kisvesine bürünerek Moğollara karşı bir birliktelik oluşturmuş, irfanî yaşamla bütünleşmiştir.
Bu ayaklanmanın temel gücü, başlangıçta dervişler ve müritlerden oluşmuştur.
Serbedari devletini yönetenler, tasavvuf erbabını, siyasi maksatlarla kullanmışlardır.
Büyük kesimi köylüler, sanatkârlar tarafından oluşturulan bu hareketi, ortaçağlardaki feodal baskısına karşı bir halk ayaklanması olarak da değerlendirmek mümkündür.
Serbedarilerin Şii-Sufi olarak görülmesi, daha çok bu hareketin manevi kanadının liderleri olan Şeyh Halife ve onun öğrencisi Şeyh Hasan Curi’nin etkilerinin sonucudur.
Serbedari liderlerinden Şeyh Halife ve öğrencisi Hasan Curi’nin sufi yaşamları, bu konuda en önemli delildir.
Serbedari yöneticileri iktidara gelmek için şeyhlerin gücünden yararlanmış, iktidarları döneminde kendilerine engel teşkil ettikleri için şeyhleri ve taraftarlarını öldürmekten çekinmemişlerdir.
Serbedari hareketi kısa bir zaman dilimini içine alsa da sonraki dönemlerde İslam dünyasında birçok hareketin ortaya çıkmasında etkili olmuştur:
Gilan, Mazenderan, Kirman, Semerkand ve Taberistan’da ortaya çıkan hareketlerle Mazerandan’daki Maraşlı Seyyidler devleti bunun tipik örnekleridir.
Kimi araştırmacılara göre, Serbedari hareketi Safevi (dolayısıyla Kızılbaş) hareketinin fikri altyapısını oluşturmuştur.
Tarihi veriler de bunu destekliyor ki, Prof. Dr. Oktay Efendiyev’in yukarıdaki tespitlerine bakmak yeterli olacaktır.
Serbedari hükümdarlarının çoğu, fütüvvet teşkilâtının devlette ortaya çıkıp kökleşmesini sağlayan Şeyh Hasan-ı Curi ve onun piri Şeyh Halife gibi sade elbiseler giyer ve gayet mütevazı yaşarlardı.
Halk ve askerlerle aynı sofrada yemek yerler, onlar gibi giyinirlerdi. Kapılarında çoğu zaman koruma bile yoktu.
Böyle bir hayat tarzının sebepleri arasında başkaldırdıkları Moğol yönetimine karşı ortaya attıkları yiğitlik-adalet ve kardeşlik (fütüvvet ve uhuvvet) düşüncesi vardır.
Ek olarak Şeyh Halife ve Şeyh Hasan-ı Curi’nin derviş yaşantısının yanında fütüvvet prensiplerinin de mütevazılığı ve hoşgörüyü esas almasının rolü vardı.
Serbedari hükümdarları içerisinde dervişlerin ve dolayısıyla fütüvvet teşkilatının desteğini en iyi kullananlardan biri de, devletin son hükümdarı Hâce Ali Müeyyed (1361-1386) idi.
O, “alt tabakan gelmedir; aşağı tabakadan insanları muhatap alıyor” eleştirisine aldırmadan, halktan insanlarla kaynaşıp görüşüyordu.
Esnafı kalkındırdı ve ambarları doldurdu. Devletin esas destekçisi dervişleri destekledi. İçki, uyuşturucu ve fahişeliği yasakladı. Dış siyasette, işgalci İlhanlı hükümdarlarıyla başa çıkmayı başardı.
Şeyh Hasan-ı Curi’nin müritlerinin çoğu okumuş insanlardı. İdeal amaçları şöyle özetlenebilir: (Adalete, kardeşliğe, radikal ve hakikate dayalı-FB) tasavvufu halka yaymak, halkın yaşantısını düzeltmek ve ahlâki arınmışlığı sağlamak.
Onlar, halkın kendilerinden faydalanarak bu yüce değerlerden feyz alması için uğraştıklarını iddia ettiler. Mesela müritlerin barınması için her yerde zâvîyeler ve misafirhaneler açtılar.
Şeyh Hasan-ı Curi’nin önderlik ettiği tarikatın mensupları; Hz. Ali’yi bu cemaatin yardımcısı, koruyucusu ve delikanlısı (Fetâ) olarak gördüler.
Onların savundukları görüşlerin içinde diğer mezheplere müdahale edilmemesi, hırsızlıktan, haydutluktan katliam ve çapulculuktan uzak durulması en önde gelirdi.
İbn Batuta’nın Seyahatname kitabından Tebriz tasviri / Görsel: The British Library
Sünni-Maliki mezhepli Faslı seyyah İbn Batuta, Serbedarilerin inançları hakkında şöyle der:
Bu kavmin hepsi Rafızî mezhebindedir. Onların asıl amacı, Horasan’daki Sünniliği ortadan kaldırmaktır. Tus (Meşhed) şehrinde Hasan isimli bir Rafızî şeyhi vardır ki Şia’nın sâlihlerinden sayılır. Hasan, Serbedarilere adaleti ve kanunu tavsiye ederdi. Onların adalet anlayışı o kadar arttı ki altın ve gümüş sikkeleri, kışlalarında toprak üzerine atarlardı. Sahibi ortaya çıkıncaya kadar hiç kimse ona el uzatmazdı. 9
İbn Batuta- Seyahatname kitabının kapağı
Yazar Hamad Subani’nin tespitiyle bitirelim:
İran gerçekten değişik bir coğrafyadır. Hem kutsanmış hem lanetlenmiş topraklardır. Oradaki çelişkiler en uç noktalardadır. Aynı zamanda İslam yurdu ve İslam karşıtı hareketlerin ocağıdır.
Kaynaak: https://indyturk.com/