Getting your Trinity Audio player ready... |
12 Eylülün mucitlerinden faşist Evren, ülkeyi dolaşıp propagandasını yaparken, övündüğü en önemli olgulardan biri de; “Ülkemiz, kendi kendine yeten yedi ülkeden biridir.” diyordu. İşte 80’li yıllarda kendi kendine yeten Türkiye, bugün dışardan almaya muhtaç duruma düşmüş. Neredeyse her şeyi dışarıdan ithal eder duruma getirilmiştir. Fıstık, Fındık, Üzüm, Kayısı ve Narenciye dışında her türlü tarım ürünü ithal edilmektedir.
24 Ocak kararlarını hayata geçirmek için, yönetime el koyan beşli çete, işte ülkenin bu duruma getirilmesinin kapısını aralamış oldu. Tümüyle İMF ve DB’sının direktifleri ile idare edilmeye başlandığından itibaren, özelleştirmeler, ithal kolaylıkları, ithalatçıya teşvik primleri ve uluslararası sermayenin acenteliğine soyunan yerli iş birlikçilerin çabaları sonucunda, artık kendi kendine yetmediği gibi, artık ürettiklerini de üretemez duruma getirildi. İhraç ettiği ürünlerin borsası ise yine yabancıların denetimindedir. GDO’su değiştirilmiş ürünler ve bu ürünlerin tohumlarının da dışarıdan ithal edilmesiyle yerli tohumun kalmaması sonucu, üretici artık, üretmek için İsrail den gelen tohumlara muhtaç hale getirilmiştir.
Bir haberde şöyle bir alt başlık çok dikkat çekiciydi: “bir Tır dolusu domatese sadece 7 kilogram domates tohumu alabiliyoruz.” Yani bizim üreticimiz, bir tır dolusu domates yükleyecek ki, karşıdan sadece 7 kg domates tohumu alabilsin. Buda yine pek dikkate gelmiyor. Üretici pazardan bir salata tohumu çiğidini, tane tane alıyor. İşte üreticinin içine düşürüldüğü durumu artık okuyucularımız bir hesaplasın. Yani 7 kilo tohumu alan ithalatçı, o tohumları gramla veya onu tane hesabıyla üreticiye satıyor. Üreticide, o tohumun kesin yeşerebilmesi ve parasının boşa gitmemesi için, pet bardak alıyor, çiçek toprağı alıyor ve özene bezene o tohumu ekip o şekilde yeşertmeye çalışıyor.
Kendimizden biliyoruz. Domates, biber, patlıcan ve benzerlerini, üreticiler tohumlarını tarlaya serperek fide yetiştiriyorken, şimdi pet bardakta, özel toprakla yetiştirmeye çalışıyor ki, tohuma verdiği para boşa gitmesin. Sanılmasın ki şimdi tarlada üretilen sebzenin yerli olduğu ve genetiğiyle oynanmayan olduğu. Hayır, dışarıdan alınan tohum genetiğiyle oynanmış ve bu tohum bir kere ürün veriyor. Ve bu üründeki tohumlar, ikinci bir ürün almak veya tohum olarak kullanmak olanaksızdır. Çünkü bu tohumlar bir kerelik için yönlendirilmiş tohumlardır.
Kısaca 40 yıl öncesinde, kendi kendine yetebilen, dünyanın önde gelen yedi ülkesinden biri iken, şimdi bu pozisyonunu kaybettiği gibi, sonuncu sıralarda kendine yer edinmiş. Kimin sayesinde. Beşli çete ve ondan sonra gelen hükümetler sayesinde. Şimdi 12 Eylül sonrası işbaşına gelen hiçbir hükümet, oluşan bu sonuçtan kendini uzak tutamaz. Hepsinin bu gidişatta büyük bir payı vardır. Şimdi Akp hükümeti de bu işi daha da hızlandırmaya çalışıyor. Üreticinin son kalan kaleleri ürünlerde kota uyguluyor ve onları işleyen fabrikalar özelleştirdi, o alanında sonuna gelindi. Ve ülkemizde tüm temel tüketim mallarını dışarıdan ithal edilenlerle ihtiyaçlarını karşılama noktasına gelindi. Tarıma ve hayvancılığa dayalı ekonomik alanlar kısırlaştırılmaya çalışılıyor. Bu alanlarda ithalat yolu açılarak, bizim üreticimiz büyük kapitalist tekellerle rekabet içine sokularak yok edilmeye çalışılıyor.
Batılı kapitalist ülkeler, gerek tarımsal alan olsun gerekse hayvancılık olsun, devletin büyük desteği sağlanarak geliştirilirken. Bizde tam tersi, üretici değil, ithalatçı korunarak, teşvik edilerek, üreticilerin beli kırdırılmaya çalışılıyor. Yerli ırklar ve yerli tohumun kökü kazınmış gibi. Bu alanda devlette, üretme çiftliklerini bu konuda işletmeye ve destek üretmeye çalıştırmıyor. Hatta onları da birilerine peşkeş çekmenin yollarını aralıyor. Tüm bu çabalar, üretici ve kendine yeten bir ülkeden, yoklukla debelenen ve nana muhtaç olan bir ülke konumuna düşürülmüş oldu. Bu duruma düşürülmenin yolunu da 24 Ocak kararları ve bu kararların hayat bulmasını sağlayan 12 Eylülcüler ve sonrası gelen siyasal iktidarlardır. En öldürücü darbeyi de Akp iktidarı yapmıştır. bunu da unutmayalım…
80’li yılların sonu ve 90’lı yıllarda ülkemiz Uluslar arası birçok sözleşmeye imza atarak, ülkemizdeki yerli yatırımcıların elini kolunu bağladı. Şöyle ki, MAİ, MİGA ve GATS denilen uluslar arası tekelcilerin çıkarını kollayan bu kuruluşlar aracılığıyla ülkemiz birde Uluslar arası Tahkime tabii olunmuş oldu. MAİ kısaca, Uluslararası sermayenin gayrı iktisadî risklere ve haksız rekabete karşı ev sahibi ülkeden korunma (garanti) istemesinin sigortasıdır. MAI sadece yabancı yatırımcıları korumayı hedeflemektedir. Ülkemizdeki yerli yatırımcının yabancı kuruluşlar karşısında güçsüzleştirip, çaresizleştirmiştir. MİGA ise, uluslararası yatırımları garantiye almak, belli risklere karşı korumak maksadıyla Dünya Bankası bünyesinde 1988’de kurulmuştur. Ve ülkemizde her tür işlemde yetkilendirilmiştir. GATS (Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması) gibi anlaşmalar da kapitalist ülkelerle bağımlı ülkeler arasındaki eşitsiz ilişkinin yeniden yapılanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu kuruluşların tümü yabancı yatırımcının korunması, yerli yatırımcının iş yapamaz duruma getirilmesi anlamındadır. Bu ise kendi kendine yetinemeyen ülkeler statüsüne girmemize neden olmuştur.
Şu bilinmeli ki, ülkedeki üretici, devletin en küçük bir desteği ve sağlayacağı bazı kolaylıklar sonucu, ülkemizin eski konumunu da geçeceği bir gerçektir. Çünkü toprağı kullanmasını bilen, ondan neleri daha iyi üretebileceğini ve en kaliteli ürünü çıkaracağı tecrübe ve birikime sahiptir. Ancak ülke yönetenleri, yerli üretimi destekleme yerine, ithalatı teşvike yöneliyor. Bir ülkede yönetenler ancak bu kadar yerli ürünlerine düşman olabilir. Uluslararası iş birliği ve uluslararası sermayenin çıkarları herhalde böyle gerektirdiği için, bu böyle oluyor. Buda ancak üretici örgütlerinin güçlü karşı koyuşuyla lehlerine bazı uygulamaların hayata geçirilmesini sağlayabilir. Yanısıra tüketicilerde sağlıklı gıdaya ve organik ürünlere erişme hakkı çerçevesinde üretici örgütlerine mücadele desteği sağlamalıdır. Sağlıklı gıda erişimi anayasal bir haktır. Bu hakka sahip çıkmakta hepimizin görevidir. Yoksa ah vahlarla veya ağlayıp sızlanmalarla, bireysel karşı çıkışlarla bu sorunların çözümü sağlanamaz. Tek çözüm yolu; örgütlülük ve örgütlülük sonucu güçlü ortak eylemlerle olumlu gelişmeler kaydedilebilinir. Yokluğa aralanan yol, mücadele ve sadece mücadele ve haklara sahip çıkılarak kapatıla bilinir. Uluslararası kuruluşlardan bağımsız ve bağlayıcı sözleşmelerden çekilerek, yerli üreticiye sağlanacak yeterli destekle tekrar kendimize yetecek bir ülke konumuna gelebiliriz.