Getting your Trinity Audio player ready...
|
Bu olay o kadar etkilemişti ki beni
sanki bir daha hiç gülemeyecek gibiydim.
Bir başka gün,
Şişli otobüs durağında beklemekte olan
karşıt görüşlü bir genci,
beş kurşunla öldürmekten zanlı olarak ve
silahla birlikte yakalanan,
on sekiz yaşındaki bir gencin,
siyasi şubede iki toplum savcısı tarafından
alınan ifadesi sırasında,
sorgulamaya ben de katıldım.
Çocuk o kadar saf ve o kadar masum duruyordu ki şaşırdım.
Bu çocuğa sadece bir bardak çay ikram edildi.
Ve çocuk ne sorulduysa cevap verdi.
Savcı:
-Oğlum silahı sana kim verdi?
-Falanca kişi verdi efendim.
-Peki o genci niye öldürdün oğlum?
-Silahı veren falancı onu göstererek,
o karşıt görüşlü o nedenle ölmesi gerekiyor
dediği için öldürdüm.
-Sen ölen kişiyi tanıyor muydun?
-Hayır efendim.
-Yani ölene bir borcun yok. Ondan alacağın da yok?
-Tanımıyordum dedim ya efendim.
-Bak oğlum sende yakalanan silahla ilgili olarak,
balistikten gelen şu resmi belgeyi görüyor musun?
-Evet efendim.
-Al bir de sen oku…
-Peki ne anladın bu belgeden?
-Kullandığım silahın birçok cinayetin de
faili olduğu yazıyor efendim.
-Silah sende yakalandığına göre,
o cinayetleri de sen mi işledin?
-Hayır efendim.
Bana bugün verilen bu silahı sadece bu olayda kullandım.
-Eğer silahı sana vereni söylemezsen
senin üzerinde yakalanan bu silahın karıştığı
tüm öteki cinayetler de senin üstüne kalabilir.
-Silahı veren şahsın ismini söylemiştim efendim.
O şahıs falan yerdeki falan kahvehaneye takılır.
Sanırım onu orada bulabilirsiniz.
O kahvehaneye baskın yapan ekibimiz
orada hem o şahsı hem de
aranmakta olan öteki bazı sanıkları da yakalamıştı.
Bu delikanlının çocuksu ve masum duruşu ile
sosyopat tavırları beni çok üzmüştü.
Bunun gibi benzeri birçok olay
beni olumsuz biçimde etkiliyordu artık.
O süreçlerde solcu geçinenlerle
sağcı geçinenler arasındaki
görüş ayrılıkları siyasal ve
toplumsal yaşamımızın oluşmasında,
yok sayılamayacak derecede önemli etkenlerdi.
Bu görüş farklılıklarının
toplumumuzun itici gücü olması gerekirken,
Türkiye ile ilgili hesabı olan emperyalist ülkelerin ve
onların yerli işbirlikçi uzantıları ile
silah ve uyuşturucu kaçakçılarının
kendi çıkarları istikametindeki amaçlarına,
gençleri de bulaştırmaları sonucunda,
bu farklılıklar,
toplumun itici gücü olma özelliğini ne yazık ki yitirmişti.
Bu nedenle de ülkemiz 1980 öncesi
sağ-sol ikilemli girdabın içine düşürülmüş ve
kardeş kavgasına sürüklenmişlerdi.
Karşılıklı nefret duygularının kabartıldığı o dönemde
üniversiteler, lokaller, kahvehaneler, meydanlar,
sağ-sol çatışmalarının merkezleri olmuştu.
Bu süreçte İstanbul kan gölüne dönmüştü.
Can güvenliğinin kalmadığı o yıllarda vatandaşlar
İstanbul’da sokağa çıkamaz hale gelmişti.
Bu olaylara paralel olarak,
Türkiye’de siyasal ve toplumsal gerilim gitgide artmıştı.
Her dönemde olduğu gibi o süreçte de
ezenden, yönetenden ve güçlüden yana olmayı
hüner sayan yöneticiler vardı.
Bazı basiretsiz bürokratlar,
politikacılardan ve makamlarından aldıkları gücü
bi hakkın görev yapmak isteyen astlarının boynuna
bir kerpeten bir maşa gibi kolaylıkla dolandırırlardı.
Bu tiplerin karşısında,
baskıya boyun eğmeyen,
maşalık yapmayan,
içindeki insanlık onurunu,
görev şuurunu,
satılamaz ve değiştirilemez hazine gibi saklayan
sorumluk anlayışıyla çalışan,
görevliler de vardı kuşkusuz.
Bence:
İşte bu tip insanlardır,
toplumlarına ve mesleklerine yakışanlar.
12 Eylül 1980 den önce,
savaş mı yaşıyorduk?
Bir dünya harbinden mi çıkmıştık?
İşgal altında mıydık?
O halde,
gençlerin katledilişlerinin anlaşılabilir sebebi neydi?
Yoksa gençlerimiz,
kendilerini savunmak zorunda mı bırakılmıştı?
İnsanlar kendilerini korumak adına,
birer tabanca alıp öyle mi sokağa çıkmalıydılar?
Saldırıların ve ölümlerin önlenmesi ya da
en azından frenlenebilmesi,
başımıza çöreklenip oturan bu vurdumduymaz bürokrasiyle,
nasıl sağlanabilirdi ki?
Sonunda anladım ki;
günü kurtarmaya çalışan bürokrasiden
barışı, huzuru ve asayişi sağlayabilmek adına,
terörle mücadele etmeyi istemek ya da beklemek,
gördüğüm gerçeklere gözümü kapatmak demekti.
Bana göre;
sokakları gençlerin kanlarıyla sulanan İstanbul’da ki olaylardan ve ülkemize 12 Eylül darbesinin yaşatılmasından,
erk sahibi siyasetçiler kadar,
vurdumduymaz bürokratlarda sorumluydular.
Hiçbir zaman satmadığı kalemiyle,
ne demişti rahmetli Uğur Mumcu:
“Bir toplum böyle çöker işte;
Devletin yerini kaba kuvvet alır susulur…
Yasanın yerini din alır korkulur.
Yolsuzluklar, cinayetler, birbirini izler…
Eller kollar bağlanıp götürülür…
Vuran vurur, öldüren öldürür.
Ve bütün bunlardan sonra;
ÇETİN DOMAÇ